28 Haziran 2009 Pazar

Ben onun kim olduğunu biliyorum...

Yaşamlarımızda önceliklerimiz zaman zaman değişir. Bir zamanlar bizim için çook önemli şeyler, gün gelir yerini başka şeylere bırakır. Bir zamanlar bizim için vazgeçilmez insanlar gün gelir hayatımızdan çıkarlar, ya da çıkartılırlar. Onların kim olduklarını unutmayız elbet ama öncelik sırası değişmiştir. Yaşamdaki en önemli vasıflarımızdan birisi insan oluşumuzdur. İnsan olduğumuzu, kim olduğumuzu hiç unutmamız gerekir. İnsan olmakla,aşkla,vefa ile ilgili çok güzel bir öyküyü paylaşmak istedim;
Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda ilerlerken, bir bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokaktan geçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar.Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini' söylemişler.

Yaşlı bey huzursuzlanmış; "acelesi olduğunu, röntgen istemediğini" söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
-"Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş.

-"Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" deyince.

Yaşlı adam üzgün bir ifade ile

-"Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş.
Hemşireler hayretle

-"Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?" diye sormuşlar.

Adam buruk bir sesle

-"Ama ben onun kim olduğunu biliyorum" demiş.


23 Haziran 2009 Salı

Hepimizin bir öyküsü var...

Dünyaca ünlü Basketbolcu Hidayet TÜRKOĞLU eşiyle birlikte, Eminönü'nde geziyordu. Önce akvaryumcuları dolaştılar, Kapalıçarsı, Nuriosmaniye, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Sultanahmet, Topkapi Sarayı, Gülhane Parkı ..derken, Yeni Caminin önüne kadar geldiler. Orada bağıra bağıra simit satan bir çocuk vardı. Basketbolcu birden durakladı ...Sonra simitçiye yaklastı :
- Simit' in kaça koç ?
- 750 kuruş abi. Çıtır çıtır ...
- Tezgahta kaç simit var ?
- 70 - 80 tane var herhalde ...
- Hepsini alsam ne tutar ?
- Seksen desek 60 TL .
- Al sana 60 TL ...
- Farzet ki hepsini aldim...
- Sağol abi ... sağol ...
Basketbolcu bir ellilik bir onluk çıkartıp simitçinin önune bıraktı. Eşi şaşkındı. Üçbeş adım yürümüşlerdi ki eşine yaklaşıp fısıldadı.
- Hidayet sen deli misin ?
- Yooo
- Peki yemedigimiz simitlerin parasini niye verdin ?
- Bosver sorma.
- Diyelim ki soruyorum. Hem de ısrarla soruyorum.
- Oyleyse söyleyeyim.
- Lütfedersiniz beyefendi.
- Tablanın kenarı dikkatini çektimi ?
- Hayır.
- Baksan görecektin. Tahtaya bir isim kazınmıştı.
- Nasıl bir isim ?
- Hidayet !
- Yoksa ?
- Evet o tezgah, eskiden benimdi.


Bu hikayeyi Hidayet tv 8 de katıldığı bir programda kendisi anlatmıştır ...

21 Haziran 2009 Pazar

AŞKIN PLAKA HALİ....



Kızılderililer derler ki; " aşk ve duman saklanamaz". Ne kadar doğru değil mi? İşte aşık bir insan ve bunun saklanamaz hali.. herkes bilsin hali...paylaşma hali... aşkın çoklu halleri....

Araba kimindi bilmiyorum, resimleme ve yayınlama isteğim aşka saygımdandır....

AŞK OLSUN DÜNYADA,
AŞK OLSUN YÜREKLERDE,
AŞK OLSUN HERYERDE....

19 Haziran 2009 Cuma

Veziri Feda Edin

HONORE DAUMİER Satranç Oynayanlar tablosu



Yaklaşık 2 haftadır İzmir'deyim. İnsan bir başkasının bilgisayarında blog yazısı yazmakta zorlanıyor. Bu kişi canı,kardeşi bile olsa, bilgisayarda herşeyi yapıyor ama yazı yazmaya gelince iş, bir tutukluk hali, bir rahatsızlık.. belki de bana özgü bir şey bilemedim. Ama şeytanın bacağını bu gece kırıyor ve Robert Fulghum'un yazdığı güzel bir yazıyı bloguma alıyorum. Yazı ; feda etmek ile ilgili. Hani bir söz vardır "Bazen tüm savaşı kazanmak için,küçük çarpışmalar kaybedilebilir" Evet, işte o yazı;

Yaşamın kimsenin bilmediği bölümünde birtakım mihenk taşları var. Oradaki düşüncelere gerçeklere ve kavramlara zaman zaman yeniden başvururum; tıpkı bir yolculuğa çıktığımda haritaya baktığım gibi . Bu hazineler arasında bir de satranç dünyasından ilginç bir öykü yer alır Uluslararası bir yarışmada Frank Marshall satranç tahtası üzerinde o güne kadar gelmiş geçmiş en güzel hamlelerden birini yapmıştı. Usta bir Rus oyuncu ile yaptığı kritik bir karşılaşmada Marshall’ın veziri ciddi bir saldırı ile karşı karşıya kalmıştı . Birkaç kaçış yolu vardı ve vezir en önemli oyunculardan biri olduğu için izleyiciler Marshall’ın geleneksel aklın yolundan gideceğini ve vezirini güvenli bir kareye çekeceğini düşünmüşlerdi Marshall derin bir düşünceye daldı oyun kurallarının kendisine tanıdığı düşünme süresini sonuna kadar kullandı .Vezirini kaldırdı bir an durdu ve götürüp en olmayacak kareye koydu . Marshall vezirini feda etmiş ancak en umutsuz durumlarda yapılabilecek bir hareket yapmıştı oysa onun koşullarında bu düşünülemeyecek bir hamleydi.
Sonra Rus oyuncu da izleyiciler de Marshall’ın aslında çok akıllıca bir hamle yaptığını anlamışlardı . Evet rakibi şimdi vezirini alacaktı ama çok kısa sürede de oyunu kaybedecekti. Kaçınılmaz yenilgiyi gören Rus oyuncu oyunu verdi , Marshall vezirini feda ederek görülmemiş ve gözüpek bir şekilde zafere ulaşmıştı .Benim için Marshall’ın oyunu kazanmış olması önemli değildi . Hatta veziri feda ettiği hamlesini yapmasının da önemi yoktu . Bana göre önemli olan Marshall’ın standart düşünce yolunu yeterince uzun bir süre ile askıya almış olması ve bu süre içinde böyle bir hamlenin olasılığından bile keyif duymuş olmasıydı. Oyunun geleneksel ve kalıplaşmış modellerinin dışına bakmış yalnız ve yalnız kendi değerlendirmesine dayanarak hayali bir riski hesaba katabilmişti . Oyunun sonucu ne olursa olsun kazanan kesinlikle Marshall’dı.
Benim yaşamımın kullanma talimatında şöyle bir cümle yer alır: “Veziri feda etme zamanının gelip gelmediğine bakınız” Bu kavram hiç beklenmedik anlarda karşıma çıkıverir. Hani çocuklar için kutu içinde çeşitli büyüklük ve şekillerde tahta parçalardan oluşan bir oyuncak vardır . Bundan birkaç yıl önce Seattle’daki Lakeside School’da sanat dersleri verirken bir dönem başında bu oyuncakları kullanarak bir sınav yaptım. Öğrencilerimin yaratıcılığı hakkında bilgi edinmek istiyordum. Bir Pazartesi sabahı her öğrencinin önüne bu oyuncaklardan bir kutu koydum ve kısa belirsiz bir cümle ile ödevlerini verdim: “Bu oyuncaklarla bir şey yapın . Bugün için 45 dakikanız hafta boyunca diğer günlerin her birinde de 45 dakikanız var” Birkaç öğrenci başlangıçta herhangi bir girişimde bulunmadı. Bu iş onlara önemsiz görünmüştü . Sınıfın geri kalanının ne yapacağını görmek için beklediler . Birkaçı kullanma talimatını okudu ve kutunun içinde verilen örnek modellerden birine göre bir şeyler yaptı . Bir başka grup kendi hayal güçleri ile ortaya bir şeyler çıkardı . Bu deneyi kaç kez yapsam en az bir öğrencinin çıkıp verdiğim takımın sınırlarından kendisini kurtararak sınıfta oraya buraya dağılmış kalemleri ataşları ipleri defter kağıtlarını ve bulduğu diğer her türlü malzemeyi de kullanmasını beklerim . O gün de sınıfta böyle bir öğrencinin var olduğunu gördüm ve çok sevindim . İşte olağanüstü yaratıcı bir beyin iş başındaydı. Ondan öğreneceğim bir şey vardı. Onun varlığı sınıfta bana yardımcı olacak ve yaratıcılığını diğer öğrencilere de bulaştıracak hiç beklemediğim bir asistanım olduğu anlamına geliyordu. Onun ve ona benzeyen diğer öğrencilerimin hep “vezirlerini feda ettiklerini” düşündüm. Bazen alışılmışın dışına çıkmayı düşünmek gerekir. Bunun için öğrenci olmak ya da satranç oynamak gerekmez .

Ne zaman yaşam size bir kutu oyuncak sunup bir şeyler yapmanızı istediğinde vezirinizi feda etmeyi de seçeneklerinizin içinde düşünün.

Robert Fulghum

7 Haziran 2009 Pazar

TAŞIN ÖYKÜSÜ


Genç bir Yönetici, yeni Jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir
mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan
bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına
vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama
aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine,
yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. Adam hızlıca
frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti.
Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu
kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine
sıkıştırdı. Bunu yaparken de bağırıyordu : Sen ne yaptığını sanıyorsun
serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir
araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya
bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ?
"Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. "Lütfen, amca, lütfen
kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı
attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı. Çocuk,
gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir
aracın arkasına işaret etti. "abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve
tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum."
Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama
sordu : "Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım
edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır.
Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden
yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp
tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini
çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları
dikkatlice silmeye çalıştı.
Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin
tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından
bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol
ona çok uzun geldi.
Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür
şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi. Oradaki izi,
şu mesajı hiç unutmamak için sakladı :
Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için
birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme.
Yaratıcı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek
için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır.
Fısıltıyı dinle... veya taşı bekle.
Seçim senin.



HİÇ BÖYLE GÜZEL BİR ÇİRKİN GÖRDÜNÜZ MÜ???

4 Haziran 2009 Perşembe

"BLOWİN' İN THE WİND" ... CEVABI RÜZGARDA SAKLI.....

Foto by Gülhan KARAYİĞİTOĞLU



Yıl 1962 , Tüm dünyada barış olması dileğinde bulunan duyarlı sanatçı BOB DYLAN, Vietnam'da savaşa karışan, belki de savaşı kışkırtan kendi ülkesini protesto etmek ve bazı insani değerleri hatırlatmak için bir şarkı yaptı. Tüm dünyada barış isteği bir ütopya belkide ama bu şarkı tüm barış yanlılarına ithaf edilmiştir. Savaşların, terörün,silah satışlarının nedenlerini biraz fikri olan herkes biliyor ama çıkarlar söz konusu olduğundan duyarlı insanlar, sanatçılar yalnızca sanatlarıyla, fikirleriyle , ürettikleri ile bir ortak sinerji yaratıyorlar. Savaşları çıkaranlar, terörü destekleyenler ölüp gittiğinde herkes onları lanetle anarken, sanatçılar eserleri ve bıraktıklarıyla ölümsüzlük mertebesine oturuyorlar.

İşte o şarkının sözleri:


Daha ne kadar yol gitmeli ki bir insan,
ona adam denilebilsin?
Daha ne kadar denizlere yelken açmalı beyaz bir güvercin ,
gün gelip kumda yatabilsin?
Daha ne kadar uçuşmalı ki mermiler,
sonsuza dek yasaklanabilsin?
Yanıtı dostum esen yelde,
esen yelde yanıtı......


Daha kaç yıl var olmalı ki bir dağ,
eriyip denize kavuşsun?
Daha kaç yıl varolmalı ki bazı insanlar,
bir gün özgür kalabilsin?
Daha kaç kez başını çevirebilir ki bir insan,
görmezden gelebilmek için?
Yanıtı dostum esen yelde,
esen yelde yanıtı..........


Daha kaç kez yukarı bakmalı ki bir insan,
gökyüzünü görebilsin?
Kaç kulağı olmalı ki adamın,
ağlayan insanları duyabilsin?
Daha ne kadar insan ölmeli ki,
bu kadarı da fazla densin?
Yanıtı dostum esen yelde,
esen telde yanıtı......

1 Haziran 2009 Pazartesi

MUTLU BİR AY GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE.....


DEĞNEKTEN AT

İki çocuklu bir aile hafta sonunu piknik yaparak geçirmeye karar verirler. Piknik yerine vardıklarında anne yemeği hazırlarken,
çocuklar babalarıyla birlikte yürüyüşe çıkar. Uzun bir yürüyüşten sonra oldukça yorulan küçük çocuk yalvarırcasına bakan gözlerle, 'Babacığım çok yoruldum. Lütfen beni kucağında taşır mısın?' der. Baba; 'Ben de yorgunum oğlum'' der demez çocuk ağlamaya başlar. Baba tek kelime etmeden ağaçtan bir dal keser. Dalı bıçakla biçimlendirip, çocuğa zarar vermeyecek biçimde yontar. Sonra dalı oğluna verir. 'Al oğlum, sana güzel bir at' der. Çocuk sevinçle dal parçasından yontulmuş ata biner ve sıçrayarak, ata vurarak annesinin yanına doğru gitmeye başlar. Babasını ve ablasını geride bırakmıştır bile...

Baba gülerek kızına: 'İşte yaşam budur kızım. Bazen zihnen ya da bedenen kendini çok yorgun hissedeceksin. İşte o zaman kendine değnekten
bir at bul ve neşe ile yoluna devam et. Bu at, bir arkadaş, bir şarkı, bir çiçek, bir şiir yada bir çocuğun tebessümü olabilir.'

Değnekten atınız hiç eksik olmasın