29 Nisan 2009 Çarşamba

SAHİP OLDUĞUN TEK ŞEY ÇEKİÇSE, HERŞEYİ ÇİVİ OLARAK GÖRÜRSÜN.....

Hep çok hayret etmişimdir. Birileri ile beraberken (eş, dost, arkadaş, akraba farketmez) bir olay olur ve sonra onu yeni gelen birisine anlatmanız gerekir. Anlatırken aynı olayı yaşamış insanlar hep farklı anlatırlar. Ya da bir film seyretmişsinizdir ve onu anlatırsınız ama her kafadan bir ses çıkar ve farklı farklı anlatılır. Herkes kendi önem verdiği değerler üzerinden anlatır. Algılar, değerler, değer yargıları farklı olduğu için de anlatımlar farklı olur. Konu ile gelen güzel bir öykü;

Bir gün New York'ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar. Gruptan biri kızılderilidir. Yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin, araçlarının çıkardığı gürültü ve araçların korna sesleri arasında ilerlerken , kızılderili kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar. Arkadaşları bu gürültüde arasında bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler........

Aralarından bir tanesi inanmasada onunla birlikte aramaya devam eder.

Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür, arkadaşı da arkasından takip eder ve o binaların arasında bir kaç tutam yeşilliğin arasında gerçekten bir cırcır böceği bulurlar.

Arkadaşı Kızılderiliye
- "Senin insanüstü güçlerin var! Bu sesi nasıl duydun ?" diye sorar.

Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler. Kaldırıma geçerler ve kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı kaldırımda yuvarlayarak atar. Bir çok insan bozuk para sesinin ceplerinden düşen bir paramı diye sesin geldiği yöne doğru bakar kızılderili arkadaşına dönerek;
- "Gördün mü? Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğindir.
Herşeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin..." der.

28 Nisan 2009 Salı

ÖMÜR DEDİĞİN BİR GÜNDÜR... O DA BUGÜNDÜR....





F A R K E T M E L İ İ N S A N


Bir damlacık Sudan
nasıl yaratıldığını fark etmeli.


Anne karnına sığarken
dünyaya neden sığmadığını
Ve
En sonunda bir metre karelik yere
nasıl sığmak zorunda kalacağını
Fark etmeli.

Şu çok geniş görünen dünyanın,
Ahirete nispetle
Anne karnı gibi olduğunu
Fark etmeli.

Henüz bebekken
Dünya benim! Dercesine
avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu,
ölürken de aynı avuçların
Her şeyi bırakıp gidiyorum işte!
Dercesine apaçık kaldığını
Ve kefenin cebinin bulunmadığını
Fark etmeli.

Baskın yeteneğini
Fark etmeli sonra.

Azrailin her an
sürpriz yapabileceğini,
nasıl yaşarsa
öyle öleceğini
Fark etmeli insan.

Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte
ama kendisinin
güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada
Yemek yediğini
Fark etmeli.

Yaratılmışların en güzeli olduğunu
Fark etmeli
Ve ona göre yaşamalı.

Gülün hemen dibindeki dikeni
Dikenin hemen yanı başındaki
gülü fark etmeli.

Evinde kedi, köpek beslediği halde
çocuk sahibi olmaktan korkmanın
mantıksızlığını fark etmeli.

Eşine seni çok seviyorum! Demenin
Mutluluk yolundaki müthiş gücünü
Fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin
Sadece üçünü giydiğini ama
Arka sokaktaki komşusunun
O beğenilmeyen gömleklere
muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin
Sofradayken önünde biriken
Ekmek kırıntılarını yemekte
gizlendiğini fark etmeli.

Annesinden doğarken
Tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve
aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini
Fark etmeli.

Fark etmeliyiz çok geç olmadan

Ömür dediğin
üç gündür,
dün geldi geçti
yarın meçhuldür

O halde
ömür dediğin
Bir gündür,
O da bugündür

Can Yücel

25 Nisan 2009 Cumartesi

SON AKŞAM YEMEĞİ.....İYİ,KÖTÜ....



İyilik nedir?.... Peki kötülük nedir?.....
Hemen hepimizin yaşadığımız olaylar sonucunda defalarca düşündüğümüz kavramlardır. Aslında ne kadar da göreceli kavramlardır. Yani başımıza bir olay geldiğinde, o olayı ister istemez kendi merceğimizden irdeler ve damgalayıveriririz "iyidir" ya da "kötüdür" diye.... Bu kavramlarla ilgili olarak çok hoş bir hikayeyi paylaşmak isterim;

Simyacının meşhur yazarı Paulo Coelho'dan nefis bir hikaye ...

Leonardo da Vinci; 'Son Aksam Yemeği' isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi'yi İsa'nın bedeninde, Kötü'yü de İsa'nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda'nın bedenindetasvir etmek zorundaydı...

Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceğ i birilerini aramaya başladı.
Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında, korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.
Aradan 3 yıl geçti. 'Son Akşam Yemeği' neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı....

Leonardo'nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı. Günlerce aradıktan sonra Leonardo; vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu.
Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı.
Leonardo; yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi. Cünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı,başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği
resme geçiriyordu.. .
Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş;
gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.

Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle
şöyle dedi:

'Ben bu resmi daha önce gördüm...'

'Ne zaman?'
diye sordu Leonardo da Vinci,
o da şaşırmıştı..

'Üç yıl önce' dedi adam..
'Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce...

O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum. Pek çok hayalim vardı. Bir ressam beni İsa'nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...'


İyi ve Kötü'nün yüzü aynıdır...
Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...


Paulo Coelho

24 Nisan 2009 Cuma

Dünyanın tüm çocuklarına armağan edilen bayramın ardından gelen , çocukların duyarlılığı ile ilgili olan ve beni çok duygulandıran bir maili paylaşmak istedim.
"Bir dostum anlatmıştı. Bir tanıdıklarının evlerinde televizyon arıza yapmış. Gelen tamirci TV'nin arkasını açmış, birde bakmış ki bir sürü ekmek kırıntısı....Tabi kimin yaptığını hemen anlamışlar... Evin 4 yaşındaki yaramaz kızı . Bu olayla karşılaşan çoğu ailenin ilk tepkisi genellikle öfkeli davranışlar olur. Tamircinin yanında bağırıp çağrılmasa da daha sonra uygun(!) davranışlar gösterilir.Fakat anne öyle yapmamış, çocuğuyla konuşmuş ve neden yaptığını anlamaya çalışmış. Ve öğrendiklerinden sonra hüngür hüngür ağlamaya başlamış.
Çocuk, ekranda Afrika'daki aç çocukları gördükçe mutfaktan ekmek alıp, TV'nin açık bulduğu tek yerinden,arkasındaki ızgaralardan içeri atıyormuş...."

23 Nisan 2009 Perşembe

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.....


EN BÜYÜK BAYRAMDIR.....
KUTLU OLSUN.....
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE....
.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

22 Nisan 2009 Çarşamba

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN.......

Tüm yavrularımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyor, tüm dünya çocuklarına ATAMIZIN armağan ettiği bu güzel bayramda gönüllerince bayram etmelerini diliyorum.

21 Nisan 2009 Salı

NE SEYAHATTİ BE.....!!!!!

Efendim, yaz gelirken malumunuz tüm medyada bir furya başlar. "Yaza girerken nasıl kilo verirsiniz?".."Kışın aldığınız kilolardan kurtulmak için ...rejimi uygulayın","sağlıklı kilo verin" şeklinde bir sürü yazı dizisi başlar. Hepimizin sinirini laçka edene kadar devam eder, sonra o sayfaları geçeriz,o programı atlarız dikkate bile almayız.
Ben bu programlar başlamadan önce gelen hoş bir maili, moral olsun diye paylaşmak istedim.
Kilo vereceğim diye sinirlenimizi bozmayalım... Sağlıklı yaşayacağım diye tatsız tuzsuz şeyler yemeyelim. Allah ağız tadımızı bozmasın efendim... AMİN....
Amerika'nın ünlü bir hastanesi Kardiyo bölümünün ünlü bir cerrahı ile yapılan bir ropörtajdan alıntıdır;
* Kardiyovasküler egzersizlerin yaşamı uzattığını duydum. Doğru mu?
- Kalbinin ömrün boyunca atacağı sayı bellidir,hepsi bu işte. Bu sayıyı egzersizle yeme. Herşey zamanla eskir. Kalbini hızlandırmak ömrünü uzatmıyor. Bu arabayı hızlı kullanınca ömrü uzar demek gibi birşey oluyor. Uzun mu yaşamak istiyorsun? O zaman uyu...
* Eti bırakıp, daha fazla meyve, sebze mi yemeliyim?
- İşin özünü yakalamalısın. İnek ne yer? Saman ve mısır. Bunlar ne? Sebze.. O zaman bonfile yemek, sebzenin vücuda en uygun kazandırılma mekanizmasıdır. Hububat mı yemek istiyorsun? Piliç ye.. Yeşillik mi istiyorsun biftek ye...
* Alkolü azaltmam gerekir mi?
- Asla... Şarap,üzüm suyudur. Brandi damıtık şaraptır. Bira tahıldır, kafana dikebilirsin...
* Vücut yağ oranımı nasıl hesaplamalıyım?
- Bir vücudunuz ve yağınız varsa oran bire birdir. İki vücudunuz ve bir yağınız varsa oran ikiye birdir. Bunun gibi....
* Düzenli jimnastiğe devam etmenin faydaları nelerdir?
- Bir fayda düşünemiyorum. Benim felsefem ağrı yoksa...herşey yolundadır...
* Kızartmalar kötü müdür?
- Sen beni dinlemiyorsun galiba.... Yiyecekler nebati yağ içinde kızartılıyor, hatta yağa doyuyor. Daha fazla bitkisel gıdanın neresi kötü...
* Çikolata benim için kötü müdür?
- Deli misin? HEY... kakao tanecikleri... Yani başka bir tür bitkisel gıda.... Çevredeki en mükemmel lezzetli yiyecek....
* Yüzmek formum açısından iyi midir?
- Yüzmek formun açısından iyi midir? Balinayı düşünsene.....

Umarım bu açıklamalarla yiyecekler hakkında kafandaki tüm karışıklıklar netleşmiştir. Ve ayrıca unutma;
Hayat,mezara en çekici ve düzgün formla gidilecek bir seyehat değildir. Aksine yalpalaya yalpalaya, bir elinde Chardonnay şarap, diğerinde çikolata, vücut bitmiş ve tükenmiş halde ama çığlıklarla WOOOO HOOOO... NE SEYAHATTİ BE....

17 Nisan 2009 Cuma


Güzel vatanımın çok özel bir yer olduğuna inanıyorum. Dünya haritasına baktığında ve bir insan bedeni gibi düşündüğünde kalp bölgesi Türkiye'me denk düşer. Herşeyi ile özel bir topraktır benim vatanım. Üzerinde bugüne kadar yaşamış kavimleri ile, ereni evliyası ile, şairi ozanı ile, coğrafik özellikleri ile,iklimiyle, güzellikleri ile çok özel bir ülke... ve bu özel ülkeye tabikii çok özel bir önder, bir kahraman gerekirdi...
Öyle bir önder, öyle bir kahraman ki el atmadığı, vatanı için düşünmediği hiç bir konu olmasın. Bu arada elinin tersi ile o vatanı düşmanlardan kurtarsın, devrimler yapsın, çocukları düşünsün, kadınları düşünsün, dili düzeltsin, medeni hukuk sistemini kursun, kılığı kıyafeti düzenlesin, ülkesinin onurunu, şerefini tüm dünyaya haykırsın, balolar düzenlesin ve çağdaş bir yaşam tarzının ne olduğunu tüm dünyaya göstersin. Hamasi nutuklar yerine, yaşayarak öğretmiş ve yaptıkları, söyledikleri tüm dünya tarafından anlaşılarak gıpta edilmiş,ilham vermiş bir lider....ve tüm bunları 57 yıllık ömrüne sığdırmış...
Bunları yapmak senin benim gibi sıradan insanların harcı değil... Belli ki YARADAN tarafından özel bir plan gereği, özel bir ülke için gönderilen çok özel bir görevli o. Sevgilimin söylediği bir söz var
" Allah'a olan aşkım, Atatürk gibi bir üstad varlığı bize bağışladığı içindir" ben de ona katılıyor ve onun kurduğu ülkede doğduğum,eğitim gördüğüm, yaşadığım, aydın ve çağdaş bir kadın olabildiğim için şükrediyor ve sevgili ATAMA tüm kalbimle sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.

15 Nisan 2009 Çarşamba

IŞIĞI YANAN EVLER.....



Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim.
Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer.
İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:
"Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim.
Hacıanne:
"Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
"Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"
Hacıanne:
"Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda,ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, "ışığı yanan bir ev" bulsun diye bekliyoruz."
Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin,trenden inen yabancılar için "Işığı yanan evler" yerinde hâlâ duruyor mudur? Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler? Bu güzel insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden güzel insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin doldurulmamış boşluklarında savrulup duran
yoksullarız.
Şâir öyle diyordu:
"Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler." Şimdi bu güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler? Onları ne yıldırdı da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? Ey güzel yurdumun güzel insanları! Neredesiniz?

Kaynak: Prof. Dr. Saffet Solak'ın bir hâtırası

14 Nisan 2009 Salı

ÖDÜLÜM VAR.. ;))


Yaklaşık 4 aydır bir blogum var. Sevgili kızım Betty Puf Puf elleri ile anneciğine bir blog yaptı. Ben her beceriksizliğimde onun yardımını istedim. Daha yeni yeni alışıyorum sayılırken, blog dostlarımdan Sevgili Gülhan, bir yazımın altına not düşmüş "ödülünüz var" diye. Kendisine buradan çok teşekkür ediyorum ve bu ödülü, ilk ödül olarak ödüllüğüme alıyorum.
Şimdi ;yapılması gerekenleri yapalım.
1- Ödülü size veren kişinin linkini yazmalısınız.
Ben yazıyorum Sevgili Gülhan'ın linki http://www.gulhanca.com/
2- Ödül verdiğiniz kişileri yazmalısınız.
Benim ödüllerim Sevgili pembe kızlarım Betty Puf Puf ve Prety in Think'e olacak
3- Bu ödüle layık gördüğünüz kişilere bunu bildireceksiniz.
Şimdi koşup onlara haber vereceğim efendim...
Sevgilerimle....

BETTY PUF PUF PRETTY İN THİNK

13 Nisan 2009 Pazartesi

ÇEKİRDEK HAREKATI


Ülkemiz için çooook önemli bu girişimi daha önce de duymuştum ve fakat ne yazık ki o zamanlar bir blogum yoktu. Şimdilerde gelen maillerle birlikte bir araştırma yaparak google'da arayınca sayfalar dolusu bilgiye ulaştım. Efendim olay şöyle;
Manisa Belediyesi ve Tema Vakfı birlikte enteresan bir proje geliştirmişler.. İnsanların yedikleri mevyaların çekirdeklerini doğaya bırakmaları durumunda, bu mevya çekirdeklerinin değerlendirilebileceğini, ülkemizin ağaçlanmasına bir nebze de olsa katkıda bulunabileceğimize dikkat çekmeye çalışıyorlar.
Çünkü ithal tohumlar hibrit tohumlarmış...neymiş hibrit tohum? Bir defa ekilen tohumun meyvesinin kısır olması demekmiş,,, yani ektiğin zaman o tohum yeniden meyve vermiyormuş... Ne yapacağız peki?
Evde yediğimiz meyve çekirdeklerini kiraz, kaysı, erik, karpuz, kavun vb...sonbahar aylarında (çimlenmesi için yağmurların başlayacağı mevsimlerde) pikniğe, dağa, gezmeye gittiğimiz arazilere toprağa gömüp üzerine de bir miktar su dökeceğiz, bunların bir kısmı tutacak ve doğanın dengesinin korunmasında yarar sağlayacaktır.
Sebzelerde olduğu gibi, yakında meyvelerde de hibrit tohumlar yaygınlaşınca, çekirdekten ağaç yetişme imkânı ortadan kalkacak. Bu nedenle elimizi çabuk tutup ülke sathına ne kadar ekebilirsek o kadar yararlı olacağız.
Çocuklar doğayı ve hayvanları çok severler, onları da işin içine katarsak bu proje yayılır ve yaygınlaşır. Çekirdek ayırma ve biriktirme işine onları da katalım, birlikte doğaya çekirdekleri ekme günleri yapalım.bakın nasıl hevesli ve gönüllü olacaklar.
Ayrıca, TEMA VAKFI kendisi ekemeyecekler için bazı merkezlerde bu çekirdekleri topluyor.
UNUTMAYALIM Kİ; EN KIYMETLİ HAZİNEMİZ YAVRULARIMIZ DA AĞIZ TADIIYLA YİYECEKLERİ EN LEZZETLİ MEYVE VE SEBZEYİ BULABİLSİNLER GÜZEL ÜLKEMİZDE

8 Nisan 2009 Çarşamba

PENCERE...;))
















Genç bir çift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine taşınmışlar. Sabah kahvaltı yaparlarken, komşu da çamaşırlarını asıyormuş. Kadın, kocasına;

- "Bak,çamaşırları yeterince temiz değil,çamaşır yıkamayı bilmiyor. Belki de doğru sabunu kullanmıyor" demiş.

Kocası ona bakmış, hiçbir şey söylemeden kahvaltısına devam etmiş.

Kadın, komşusunun çamaşır astığını gördüğü her sabah benzer yorumları yapmaya devam etmiş.
Bir ay kadar sonra,bir sabah, komşusunun çamaşırlarını tertemiz gören kadın çok şaşırmış,
- "Bak" demiş kocasına
- "Çamaşır yıkamayı öğrendi sonunda. Kim öğretti çok merak ediyorum?"
-" Ben bu sabah biraz erken kalkıp pencerelerimizi sildim" diye gülümsiyerek cevap vermiş kocası.

Başkalarını izlerken gördüklerimiz, baktığımız pencerenin ne kadar temiz olduğuna bağlıdır. Birini eleştirmeden ve yargılamadan önce kendimize dönüp bakmamız ve iyi olanı görmeye hazır olup olmadığımızı sorgulamamız gerekmez mi?



PS. Yukarıdaki fotoğraf Sn. Haluk Özözlü'nün Yazı ve Fotoğraf Galerisi adlı sitesinden alınmıştır.

6 Nisan 2009 Pazartesi

NİYE BEN ????


"Niye ben?" diyen herkes için.....

Brenda, yamaç tırmanışları yapan genç bir kadındı. Bir gün bir grup tırmanışna katıldı. Grupla birlikte tırmanacakları yere geldiklerinde neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karşılarına.
Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı,ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu. Orada asılı duruken, yukarıda ipi tutan kişi bir anlık dalgınlıkla ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda'nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu.
Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı. Lens yamacın ortalarıda bir yerlere düşüp kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu. Ümitsizlik içindeki Brenda, lensini bulması için Allah'a dua edebilirdi yalnızca....Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı.
"Allahım, sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki herbir taşı ve yaprağı bildiğin gibi,benim lensimin yerini de bilirsin. Onu bulmama yardım et."
Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağıya indiklerinde, tırmanmak üzere oraya gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri;
- "aranızda lens kaybeden var mı?" diye bağırdı.
Brenda'nın sonradan öğrendiğine göre,lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yavaşça yürüdükçe, kayanın üzerinde hareket edip parlayan lens,kızların dikkatini çekmişti.
Eve döndüklerinde, Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlatacak ve karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazacaktı;
"Allahım, bu nesneyi niye taşıdığımı bilmiyorum. Bunu yiyemem ve taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım."

BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM?
NİYE BEN? DEMEYELİM......

5 Nisan 2009 Pazar

AŞK OLSUN


Ta ilkokulda öğrenmiştim, ilkbahar ayları Mart-Nisan-Mayıstır. Evet martta sokaklarda gezerken bahar kokuları gelmeye başlar, havada bir bahar kokusu olur ama benim coğrafyamda bahar nisanda başlar...
Tüm ağaçlardaki pıtırcıklar büyüdü,açık yeşil minicik yapraklar gözümüzün önünde büyüyorlar, lalelerim açmış, sümbüllerim coşmuş, hercailer renk ahenk...
Kediler, köpekler birbirlerinin peşinde mırıl mırıl, cıvıl cıvıl, en güzel tüylerini çıkartmış serçeler, güvercinler ve hatta martılar bile cik cik, cak cak uçuşmakta....
Havada aşk kokusu var....varolan her canlı bu mevsimde daha bir coşkulu, daha bir taşkın...
AŞK OLSUN DİYORUM, TÜM YÜREKLERDE, TÜM DÜNYADA AŞK OLSUN....

3 Nisan 2009 Cuma

ÖZGÜRLÜK RESMİ























Babası İspanya'nın en ağır siyasi caezalarının verldiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.
Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemiş ve oracıkta yırtmışlardı...
Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da :
- üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu? dedi.

Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu:
-hımmm! ne güzel bir ağaç bu. Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?
Küçük kız babasıa eğilerek, sessizce şöyle dedi:
-Hişşt! o benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri