28 Aralık 2008 Pazar

Bolluk üzerine 3

Bazı gazetelerin köşe yazarlarının bitmek bilmez günlüklerine benzemeye başladı bu konu ama bolluk üzerine söyleyeceklerim, aklıma gelenler bitmedikçe devam edeceğe benziyor.
YIL 2004 aylardan Mayıs ben bir ayrılık yaşadım. Nedenini anlıyordum ama bunun benim büyümemle ilgisini kavrıyamıyordum. Manevi bir yoksunluk hissine girmiştim ve soruyordum "Neden" diye sürekli.. ve o yoksunluk beni maddedeki yoksunluğa da götürdü. Babamı kaybettim, kızım 40 gün hastanede yattı, maaşıma haciz kondu vs... Birgün yine derin derin düşünürken iç sesim cevap verdi, ki o iç sesin direk O"ndan geldiğini bildim o anda. RIZKIN BENDEN, RIZKIN GARANTİDE... KORKMA...
hani titredim ve kendime geldim denir ya aynen öyle oldu. Ve içimde bir sevinç, bir huzur, bir mutluluk anlatılamaz... O andan sonra da herşey değişmeye başladı çünkü ben yoksunluktan varlığa geçmiş, geçirilmiştim. Benimle bu olayları birlikte yaşayanlar çok iyi bilir 1 yıl hiç maaş almadan hayatımızı sürdürdük biz. Hem de hiç sıkılmadan. Bir yerlerden bir dolu paralar geldi ve yaşam sürdü... Rızkımın garantide olduğunu yaşayarak tekrar öğrendim. Evet korkuyu bıraktığın ve kendini O'ndan gelen akışa teslim ettiğin an herşeyin nasıl yolunda gittiğini görüyorsun. Bu inanmanın ötesinde, bu bilmek. Hani tv kumandasını eline aldığında bastığın anda çalışacağını hiç sorgulamadan bilirsin, ya da adını sorduklarında bilirsin hiç düşünmeden... işte öyle bilmek, emin olmak.. korkmadan, zihnin korku senaryolarına hiç aldırmadan BİLMEK...
Bilgelik yolcusu olmak şerdeki hayrı görmek, akışla yaşamak, teslimiyet ve bilmeyi öğretiyor insana... Gönül diler ki, bir sıkıntı geldiğinde anında o bilgiye geçebilelim. İşte o zaman gerçek anlamda Bilge oluruz belki....

Bu 3 yazının resimleri bizim bereketli bahçemizin meyveleridir.... Alın size Bolluk.... ;))

25 Aralık 2008 Perşembe

Bolluk üzerine 2

Bolluk neydi???? İhtiyacın olan şeyin fazla fazla bulunması... Yazın etrafıma baktığımda her şeyin ihtiyacımızdan fazla olduğunu, ağaçların meyvelerle dolduğunu, dağdan şelalelerden, pınarlardan gürül gürül akan suları, denizde sürülerle gezen balıkları gördükçe bolluğun anlamını tekrar tekrar düşündüm. Ağaçlar üzerlerine fiyat etiketi koymamıştı, yol kenarına aracını çeken herkes istediği kadar toplayıp afiyetle yiyebiliyordu. Deniz istediğiniz kadar girin bir fatura göndermiyordu.
Peki neden kıtlık veya yokluk çekiyor insanlar???
Ben her sabah mutfak penceremin önüne bir-iki dilim ekmek koyarım. Kendi kahvemi hazırlarken onlar gelirler. Öncü bir minik gelir ve kendisi gagasını değdirmeden cikcik öter ve diğerlerine haber verir. Sonra grup gelir, biraz yiyen uçar gider ve sonra diğerleri gelir. Hiç birisi yarın için ekmek istiflemez. Yer, mutlu olur, uçar gider. Hiç birisinde yarın ne yiyeceğim endişesi yoktur... Yaşama güvenir ve o güvenle yaşar.. ya da bendeki izlenim bu...
Stoklama- istifleme-depolama hep bize has şeyler. Yarın endişesi insana özgü ve bu ihtiyaçtan fazlasını saklama güdüsü yüzünden, bende çok sana yok dengesizliği oluşuyor. Kuş beyinli dediğimiz kuşlar kadar güvenebilsek yaşama... Onlar kadar huzurlu ve güvenli olabiliriz belki...
Onlar kadar keyif alabiliriz yaşamdan... O küçücük varlıklardan bile öğrenecek çok şeyimiz var....

23 Aralık 2008 Salı

Bolluk üzerine 1

Sekiz yıldan beri her sene yazlarımızı geçirdiğimiz yazlık evimizde bu yıl daha uzun süre ve yalnız tatil yaptık. Genellikle İtalyan aileleri gibi kalabalık olduğumuzdan bahçe ve toprakla ilgili bana seyretmekten ve arada sulamaktan başka iş düşmezdi. Bu yaz sevgilimle başbaşa kaldık ve bahçe ile, toprakla ilgilenme işi bana kaldı. Ve bazı insanların doğayı, hayvanları neden insanlara tercih ettiğini anladım. Doğa; yalın ve saf görünümünün ardında o kadar farklı gizemler içeriyor ki bunu yaşayarak anlıyabiliyor insan.
Gittiğimiz zaman bahçe bakımsız, otlar adam boyu, ağaçları öldüren sarmaşıklar her yanı kaplamış durumdaydı. Ve paçaları sıvayıp bahçeye daldım. Bahçe dediğime bakmayın normal bir bahçe değil, orman arazisi içinde ve orman yapısında, yanı başı kestane ormanı olan bir yer. Bir hafta sonra her şey budanmış, toprağın yüzü açılmış ve varolan ortancalar, sardunyalar, kaktüsler kendilerini göstermişlerdi. 2 hafta sonra ise bize teşekkürlerini sunmaya başladılar. Üzerleri tomur tomur çiçeğe durdu. Hatta normalde Mayıs ayında çiçek açan Erguvan ağacı Temmuz ayında çiçekler açtı. Doğa, toprak karşılık veriyor, teşekkür ediyordu. Meditasyon gibi bir şey toprakla uğraşmak hatta daha fazlası. Hiç birşey düşünmüyor toprakla BİR olmayı yaşıyorsunuz. Toprakla , Yaradan ile börtü böcek ile yaprakla çiçekle BİR'siniz. Teşekkür- Şükür birbirine karışıyor. Müthiş bir aşkınlık hissi. Meditasyondan ileri demem bu yüzden.
Ve güneşin her akşam farklı renk oyunları ile muhteşem günbatımı şölenlerini izleyip düşünceye dalıyordum. İçimde büyük bir huzur ve mutluluk duygusu ile. Ve gece gökyüzü ayrı bir manzara sunuyordu... binlerce yıldız dalga sesleri eşliğinde gözlerimizin önünde bir başka boyuttan sesleniyordu adeta. Yeniliyor, tazeliyordu ruhumuzu...
Bolluk üzerine düşündüm.... doğa öylesine bereketli ki... bir tohum ekiyorsun sana bin meyve veriyor.

16 Aralık 2008 Salı

İşte gerçek anlamda Bilgelik bu. Bu yazıdan, kitabeden adı her neyse bu fikirden yüzlerce yıl sonra hala yeni öğretilerin peşinde koşturup Bilgeleşmeye çalışıyoruz. Oysa elin kızılderilisi, senin toprağının Yunus'u, Mevlana'sı işi bitirmişler.... Biz hala bilginin peşinde koşturuyoruz. Oysa Bilgelik; bildiklerinin tümünü unutup, yaşamına aktarmaktır.
Daha çooook fırın ekmek gerek çooook...

14 Aralık 2008 Pazar

Aşka aşık kadınlar...

Aşka aşık kadınlar vardır bilirsiniz... Karşısındaki önemlidir önemli olmasına da onlar bizatihi aşkın kendisine aşıklardır. O pırpırlanma haline, o yüksek adrenalinle gezinmeye, dudakların heran fiyonk gibi olmasına, mutlu uyanmalara, yanındayken bile özlemelere, kendine, evine, yemek yapmaya özen göstermelere pırıl pırıl, mırıl mırıl olmalara aşıktır onlar.
İşin bilimsel yanını bilim adamları araştırsın yani neden bazıları böylediri onlar araştıradursunlar, ben kendi nedenimi biliyorum. Çünküüüü benim annem bir aşk çocuğu, anneannem ve dedemin aşk ürünü annem. Ve ben bir aşk çocuğuyum. Babamla annemin güzel aşklarının ürünlerinden biriyim.
Şimdi benim kızım yazılarında hayıflanıp duruyor ya ben neden böyleyim bıdı bıdı diye. Öylesin çünkü sen de bir aşk çocuğusun kuzucuğum. Aşk biz 4 nesil büyücü kadınların birbirlerine bıraktıkları tek mirastır.
Bir mirasyedi gibi keyfini çıkar. Şu giderek tuhaflaşan dünyada, ortalıkta çiçeğe- böceğe, buluta yağmura, kuşlara-kelebeklere, gün doğumu- gün batımlarına, mutlu,sevgili ve aşkla bakan birileri de kalsın. Ananın ak sütü gibi helal olsun kızım,güle güle yaşa...

Keşke.....

O benim kahramanlarımdan biriydi. 1936 yılında hazırladığı valiziyle evinden çıkmış, kimbilir ne kadar az parasıyla kendine bir oda kiralamış ve çalışmak için sigara sarma işine işçi arayan Tütün Fabrikasında işe girmişti. Okuma yazması yoktu, hiç de olmadı. 1 ay sonra kader karşısına büyük aşkı dedemi çıkartmıştı. İlk görüşte aşktı ve 9 yıl boyunca da hep aşık kaldı. 9 yıl sonra 2 çocuğuyla dul kalmıştı. o zamanın en yaygın hastalığı verem dedemi almıştı elinden. Gözünün yaşı kurumadan çalışmaya başladı çocuklar için. 3 ay sonra bizim dedemiz zannettiğimiz 2. kocasıyla evlenerek köye gitti. Tayyörünü çıkartıp köy evini ve 5 üvey çocuğu adam etmeye koyuldu. Hatırladığım o ev, mis gibi beyaz kireç badanalı, cam önü sedirleri dantel minderli, bahçesinde hanımelleri, karanfilleri, meyve ağaçları ki o meyvelerin misler gibi yapılmış reçelleri raflarda dizili, olağanüstü temiz arap sabunu kokulu hayal gibi bir evdi.
92 yaşında öldü, o benim anneannemdi. Geçmişini ,ailesini hep gizledi bizden. Çok güzel bir kadındı beyaz rus muydu, ak arap mıydı.Kafkaslardan mı gelmişti hiç bilemedik hep geçiştirdi bizi.. Duygularını ölesiye merak ederdim ama gırgıra vurur anlatmazdı.
Keşke şu blogları karıştırıken bir yerlerde rastlasam ona. Yazmış mesela, blogu varmış anneannemin. Nerelerden gelmiş, kimlerden kaçmış, neler hissetmiş bir bir okusam. Dibinde büyüdüğüm ama hiç tanıyamadığım kadını tanıyabilsem...
Keşke....

12 Aralık 2008 Cuma

Denize bakmak ibadettir.


"Denize bakmak ibadettir" derler, neden? Galiba denize bakınca pek kötü bir şey düşünemez insan, öyle seyretme haline girer.Dalgasıyla, martısıyla, gemisiyle hem içine alır hem de dışında bırakır. Senin ruh haline göre değişir. Yıllar boyu içinde olmayı yaşamışken şimdilerde kenarında olup da Bir olmayı sever oldum.Kenarında bir yerlerde olayım, yeşillikler üzerinden göreyim, öyle uzun uzun seyredeyim. Kokusu burnuma dolsun, ben onunla dolayım...Hücrelerime dek hissedeyim ve de içimi dinleyeyim. Çünkü ancak konuşmadığımda içimi duyuyorum ve o da bana denizden yansıyor.. Sen bendensin..sen bendesin..sen bensin...
Deniz beni çağırıyor...

11 Aralık 2008 Perşembe

Merhabalaaaar


Dün heyecanımdan merhaba demeyi unutmuşum,
Efendim "merhaba" aslında Farsça kökenli bir kelime olup" benden sana zarar gelmez " manasına geliyor. Benden de cümleye kocaman bir MERHABAAAAAAA
Hoşgeldiniz,hoşgeldiiiiim....

10 Aralık 2008 Çarşamba

Hadi temize çek bizi...

Kar yağışı bekleniyor..oysa daha dün seyrek seyrek mevsimin ilk karını gördüm... Kar dediğin doğuda kar..lapa lapa yağar, muhteşem bir örtü gibi kapatır heryeri herşeyi temizler temize çeker.
Hele de ilk karın ardından sokağa çıktığında bir tek senin ayak izlerin vardır..belki birkaç kedi, köpek pati izi karın üzerinde belirsizce bir yöne gider. Kimsenin olmadığı ıssız bir koyda yüzmek gibidir.Bir sen..bir de doğa.. sen misin doğa mı şaşırır kalırsın... Bir olursun yağmış karla..eline alırsın sertleşmemiş karı ve tane tane muhteşem kristalleri görürsün, biri diğerine benzemeyen eşsiz tanecikleri görürsün ve içine sığamaz için...
yoğun bir iş gününün ardından lapa lapa yağan karla birlikte evine doğru yürüyorken ..evine gelmişken..başını kaldırmış evine doğru bakarken.. açık camın içinde evindeki 4 yaşındaki kızını görürsün birden ..yüzünde dünyanın en güzel gülümsemesi ile yağan karları ellemeye, dokunmaya, tatmaya çalışırken görürsün ve içine sığmaz için...
Hadi gel..yağ üstümüze, temizle hepimizi.. temize çek bizi...