24 Şubat 2009 Salı

KUSURLARIMIZLA GÜZELİZ....







İnternetteki posta kutuma dostlardan gelen bazı maillerin yazarı bilinemiyor ne yazıkki... Tıpkı aşağıda okuyacağınız öykü gibi. Yazarının adını ne yazık ki bilemediğim bu öykü kusur ve eksikliklerimizle farklı olduğumuz ve farklılılarımızla güzel dünyamıza renk , anlam katışımızı ne güzel belirtiyor....


Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış...Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış Ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır ,ulaştırırmış eve.. Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarı dolu olarak varırmış. İki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığındasadece 1,5 testi su kalırmış...
Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş... Fakat zavallı çatlağı olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş. İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adamasöyle demiş:
"Kendimden utanıyorum. Su yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor.."
Adam gülümseyerek dönmüş testiye;
"Göremedin mi? yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum.. Senin
tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su taşırken,
sen onları suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp, masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, O çatlağın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş..


Hikayeden alacağımız ders: Her birimizin kendine has kusurları vardır. Hepimiz birer çatlak testiyiz.. Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı farklı ve ilginç yapan, mükafatlandıran, renklendiren.. Etrafınızdaki her kisiyi, oldukları gibi kabullenin.. Dışlarındaki kusurları değil, içlerindeki
güzellikleri görün...

Demişler ki; "Herkese portakal gelirken, niye bana ekŞi limon geldi?" diyeceğinize, limonunuzla limonata yaparak herkesten farklılığı yaşayın...

19 Şubat 2009 Perşembe

HİTİTLERİN M.Ö 2000 YILINDAKİ BİR DUVAR YAZISINDAN....


HİTİTLERİN M.Ö 2000 YILINDAKİ DUVAR YAZISI


Güzel, bereketli vatanımız ne çok medeniyete ev sahipliği yapmış ve nice eren, evliya, bilge yetişmiş bu topraklarda...
Bugün Çorum Boğazkale'de arkeolojik kazılar hala sürmekte ve çıkan belge ve bulgular insanları hayretlere düşürmekte...
M.Ö 2000 yıllarından kalmış bir kitabede bakın Hitit kralı Yaradan'a nasıl dua ediyor.....


Tanrım,
Beni yavaşlat.
Aklımı sakinleştirerek kalbimi dinlendir...
Zamanın sonsuzluğunu göstererek bu telaşlı hızımı dengele...
Günün karmaşası Içinde bana sonsuza kadar yaşayacak tepelerin sükunetini ver .

Sinirlerim ve kaslarımdaki gerginliği, belleğimde yaşayan akarsuların melodisiyle yıka, götür.
Öykünün o büyüleyici ve iyileştirici gücünü duymama yardımcı ol...

Anlık zevkleri yaşayabilme sanatını ögret; bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı,
güzel bir köpek ya da kediyi okşamak için durmayı,
güzel bir kitaptan birkaç satır okumayı, balık avlayabilmeyi,
hülyalara dalabilmeyi öğret...

Her gün bana kaplumbağa ve tavşanın masalını hatırlat.
Hatırlat ki yarışı her zaman hızlı koşanın bitirmediğini,
yaşamda hızı arttırmaktan çok daha önemli şeyler olduğunu bileyim...

Heybetli meşe ağacının dallarından yukarıya doğru bakmamı sağla,
Göreyim ki, onun böyle güçlü ve büyük olması,
yavaş ve iyi büyümesine bağlıdır...

Beni yavaşlat Tanrım
Ve köklerimi yaşam toprağının kalıcı değerlerine doğru göndermeme yardım et.
Yardım et ki, kaderimin yıldızlarına doğru daha olgun ve daha sağlıklı olarak yükseleyim.

Ve hepsinden önemlisi Tanrım,

Bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek Için CESARET,
Değiştiremeyeceğim şeyleri Kabul etmek Için SABIR,
İkisi arasındaki farkı bilmek icin AKIL,
Ve
Beni aşkın körlüğünden ve yalanlarından koruyacak DOSTLAR ver...


Çekim yasası...


İNTERNETTE GEZİNİRKEN BULDUĞUM BİR YAZI, GEÇENLERDE YAZDIĞIM "SADECE SİZ DEĞİLSİNİZ" BAŞLIKLI YAZI İLE NASIL GÜZEL ÖRTÜŞÜYOR.

Ve Çekim yasası denilen evrensel yasanın, çoğunlukla farkında olmaksızın,bizim tarafımızdan nasıl harekete geçirildiğini de de pek güzel açıklıyor...

Prof. Yıldız Batırbaygil yazıyor..

06.08.2008 12:42
Kafadan geçen her düşüncenin Allah katında bir talep olduğuna
inanıyorum iyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle
gelir ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da
çağırırsınız.

Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz
korkuyla yola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif
enerji yayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz
kullanıyorsanız ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba
kullanmayın… Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına
hep bir şeyler olur yani biri bir taş atsa bile gelir sizin
çocuğunuzun kafasını bulur o zaman siz şunu düşünürsünüz –onu
kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor – Neden acaba ?
Bu tıpkı yumurtamı tavuktan çıkar yoksa tavuk mu'yu andırmıyor mu?
Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir
araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize
nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal
şikayet etmeye ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini
söylüyoruz, hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yani
dostlarla da sohbetin güzelliği , keyfi kalmadı.Hep para
olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş
gibi.Aynen devam edin, neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeye devam
edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her
şeyin bereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda
dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz. Hep hastayım diyen
insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsün hangi
hastalıktan korkup ,çağırıyorsanız size onu getirir.
Sürekli param yok deyen insanlar paralarının bereketini öyle
kaçırırlar ki bir gün gelir birde bakarlar gerçekten paraları bitmiş
ama bu bitiş ani çıkan hesapta olmayan mecburi harcamalarda
olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir.Allah
zaten verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından bu
nimetleri bir müddet sonra almaya başlar.Çevrenize bakın örneklerini
çok göreceksiniz.Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere ÇOK İYİYİM
ÇOK ŞÜKÜR demekle işe başlayın…….
Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman
bulamıyoruz. Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa
sevgi değildir. Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi
duyguları olsun. Birisine sevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu
pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki, onun
mutluluğunun enerji şeklinde size geri dönüşünden aldığınız pozitifi
başka hiçbir şeyde bulamazsınız. Yeni bebeği olmuş bir anne eğer
sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğe sahipse lütfen en olumlu
olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine deydirsin. Eğer
bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı bir bebek olmasını istiyorsanız
onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif bir ortamda büyütmeye
çalışın, Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona
sınırsız sevginizi gösterin.
Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve bilinki
çok çabuk büyüyorlar. Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri
halde bunu ifade edemez ve gösteremezler. Neden ? Ne zaman
göstereceksiniz? Tanrı'nın verdiği bu armağana sevgiyi en güzel
şekilde göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi ?
Beyin öyle bir güçtür ki , insan beyin gücünü kullanarak isterse
kendini felç de edebilir, öldürebilir de, kanserini de yenebilir.
Yeter ki beynini şartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar
civarında sinir hücresi vardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo
voltluk enerji açığa çıkarır. Pratikte mümkün değil ama teorikte
beyindeki tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını
varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar
ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak
güce sahiptir. Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak
istiyorum, et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için
bir istasyonda duruyor. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar,
işçinin biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp
kapısını dışardan kilitliyor. Biraz sonra tren hareket ediyor, ve
bir durak sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor. Kapalı kalan
işçinin vagon kapısı açıldığında işçinin donarak öldüğü görülüyor.
Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya
geçirilmemiş. Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini
sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak, donmanın
tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor. Yani beyninizi
olumlu şeylere kanalize edin .Bazı insanlar vardır, hep konuşurken
daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunu tekrar
ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler. Ben bu
laftan çok korkarım ,eğer bunu inanarak söylerlerse beyinlerini öyle
bir şartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri
zamanda ölürler. Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir
hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz. İnsan
hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru bir laf değil
mi?
Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.Yarın, hiç bilmiyoruz,
iyi şeylerde olabilir kötü de .Ama şu anımı biliyorum,ayağım kırık bu
yazıyı yazıyorum ama eşim yanımda çocuklarım sağ ve ben bu yüzden
dünyanın en mutlu kadınıyım ve yarınımı da bilmediğim için bu anımı
en iyi, en keyifli ve en pozitif şekilde değerlendiririm. Bilmediğim
bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem. Siz de böyle yapın
ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3'e bölün. Dün,
bugün,yarın diye…

Biz ani stresleri çok severiz. Çünki ani streste vücutta
Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza, algılama, enerji
süper olur. Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır. Ama
siz bu stresi kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde
kurarsanız, hep bunu düşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri
gider. Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren,
mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon
iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk,
hatta depresyon ,kalple ilgili şikayetler ve kansere zemin hazırlamış
olursunuz.
Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ?
Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli. Eğer büyük bir strese
girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızı dağıtın başka
işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi azalsın veya
sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın. Bunları da
yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistik etki
onların pozitiflenmesini sağlar. Ben evde yemek yaparken bile hep dua
ederim (yiyenler şifa bulsun, mutlu olsun, bereket artsın ) diye.

EVET, VAR MI İTİRAZI OLAN???????

SADECE KENDİNİZ DEĞİLSİNİZ.......




SADECE KENDİNİZ DEĞİLSİNİZ.

Mutlu olduğunuzda mutluluğu yaşayan sadece kendiniz değilsiniz, sevgi dolu olduğunuzda sevgiyi yaşayan sadece kendiniz değilsiniz, barış ve huzurla dolu olduğunuzda barış ve huzuru yaşayan sadece kendiniz değilsiniz.
Mevlana olduğunuzda Mevlanalığı yaşayan sadece kendiniz değilsiniz. Siz bir yandan bunları yaşarken bir yandan da farkında olmadan,evrenin enerjisini yükselterek pek çok insanın hayatını etkiliyorsunuz. Yaşadıklarınızla oluşan düşük veye yüksek frekanstaki enerjinizle siz farkında olsanız da olmasanız da, inansanız da inanmasanız da, görseniz de görmeseniz de toplu bilinçteki yaşam enerjisini fazlası ile etkilemektesiniz.

Kanadalı bir doktor olan David Hawkins'in araştırmaları sonucunda vardığı değerler şöyle;

* Pozitif ve herşeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.

* Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 750.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.

* Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 10 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.

* Mevlanalığı yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 70 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.

* Peygamberlik, Budalık seviyesindaki bir insanın yaydığı enerji, tüm insanlığın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.


Bugün Peygamber, Buda, Mevlana olmasak da en azından 90.000 insanı mutlu etmeye ne dersiniz????







17 Şubat 2009 Salı

SEVMEK DOKUNMAKTIR

Yıllar önce okuduğum bir kitap ismiydi "Sevmek Dokunmaktır"....
Desmond Morris isimli bir zoolog tarafından yazılmıştı. Dokunmayı, sarılmayı, kucaklaşmayı çok seven ve bazen" niye daha çok kolum yok benim, olsaydı da daha çok insana ulaşabilseydim" diye üzülen hatta ahtapotlara imrenen bir insan olarak bayıldığım ve herkese önerdiğim bir kitaptı... Sevdiklerimize sarılalım, ertelemeyelim...4 ayaklı dostlarımız bile bunu bilir ve uygularken biz neden yapamayız ki..... Şimdi okuduğum bir makale de bunun ne kadar doğru olduğunu bilimsel olarak ortaya koyuyor. Paylaşmak istedim.

Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırma bilim adamlarını da şaşırtan önemli sonuçlar ortaya koymuştur. Ameliyat edilmek üzere bekleyen aynı dertten mustarip iki grup hasta üzerinde çalışma ilginç sonuçlar ortaya koymuştur.

Doktorlar ameliyat öncesi ve sonrasında ilk grup hastanın odasına gelerek onlara selam verip, durumlarının nasıl olduğunu sorarlarken, diğer gruba uyguladıkları farklı tek şey, aynı işi ellerini hastaların omuzlarına koyarak yapmak olur.

Araştırmanın sonunda, doktorların omuzlarına dokunarak hal ve hatırlarını sorduğu ikinci grup hastanın diğerlerinden çabuk iyileştiği ve üç gün önce taburcu edildikleri görülür. Ülkede benzer tecrübeyi yaşayan çok sayıda doktor bulunduğu anlaşılınca, ''Dokunma Araştırma Merkezleri'' kurulmaya başlanır.

Dokunmanın ve tensel temasın insanlar üzerinde oluşturduğu pozitif enerjiye bir başka örnek de şudur: Amerika'da bir aile, evlilik dışı çocuk sahibi olan kızlarını öldürmek isterlerse de, korkularından cesaret edemezler. Kızlarını Christmas adındaki bebeğiyle birlikte evlerinin altındaki karanlık mahzene kilitlerler. Yaptıkları tek iş, arada bir kapı aralığından kuru ekmek atmak olur. Aradan beş yıl geçer. Mahzenden sesler geldiğini duyan bir kişi durumu polise bildirir. Gerçek ortaya çıktığında sadece tıp dünyası değil, Amerikan toplumu da ayağa kalkar. Anneyi dinleyen doktorlar, anne ve kızı yaşatan tek şeyin, sürekli birbirlerine sarılmaları, sevip okşamaları olduğu sonucuna varırlar.

Verilere göre Amerika'da yılda 470 bin erken (prematüre) doğum gerçekleşiyor… Bu tür bebeklerin normale dönünceye kadar hastanede kalması ailelere ve sağlık sigortası hizmeti veren kurumlara yüklü maliyet getiriyor.

Doktorlar, süt verilirken sırtı sıvazlanan bebeklerin normalden hızlı gelişme seyri izlediklerini ve beklenenden daha kısa sürede taburcu edildiklerini tespit edince, sırf bu uygulamanın ülkeye sağladığı kaynak tasarrufunun 4 milyar 700 milyon dolara ulaştığı görülmüş. Ülkede hızla Dokunma Araştırma Merkezleri kurulmaya başlanmış.

Milyonlarca sivilin ölmesine neden olan İkinci Dünya Savaşı çok sayıda çocuğu da sahipsiz ve yetim bırakmıştı. Alman yetimlerin bırakıldığı bir kreşte çocuklara sağlıklı beslenme ve bakım imkânları sunulduğu halde, yetkililer kreşteki çocuk ölümlerinin önüne geçemezler. Geriye sadece bir çocuk kalır. Bu çocuğun diğerleriyle aynı kaderi paylaşmaması ve hayata bağlanma gücü dikkatler çeker. Araştırma sonunda, kreşte gece nöbetine kalan bir kadının bu çocuğu sıklıkla kucağına aldığı, onunla oynadığı ve sevdiği tespit edilir.

Kültür tarihimiz aslında bu konuda çarpıcı örneklerle doludur. Peygamber Efendimiz ısrarla, yetimlerin başlarının okşanmasını tavsiye eder. Bayramlarda yetim çocuklarının sevindirilmesine daha bir önem verilmesi tavsiye edilir.

Dokunma bir ihtiyaçtır. Sevdiklerimize dokunmak, her iki tarafı da fiziksel ve ruhsal olarak olumlu etkiler. Türk Milleti'nde selamlaşma sırasında adetten olan birbirine sarılmanın, toplumsal bir terapiye imkân sağladığı bile söylenebilir. Nitekim doktorlar, dokunmanın insanda stres, depresyon ve endişeyi azalttığını tespit etmişlerdir.

Uzmanlar, özellikle eşlerin ve aile fertlerinin birbirine dokunmasının terapik bir etkisi olduğunu ifade etmektedirler.

Hayata dokunun…

Dokunmanın iyileştirici gücünü hissetmeye çalışın.

9 Şubat 2009 Pazartesi

BİR GÜZEL İNSANIN ARDINDAN "TÜRKEL MİNİBAŞ"


Siz hiç tanımadığınız bir insanın ölüm haberini alıp da hüngür hüngür ağlamadınız mı? Gazetelerde bir haber olarak görüp, sonra hakkında yazılanları okuyunca .. daha detaylı okuyup onu tanımaya başlayınca....tanıyıp içinizden akan sevgi çağladığında ... çok sevdiğiniz , çok iyi tanıdığınız biri göçmüş gibi hissedip dağılmadınız mı?
Fotoğrafta hayata gülümseyerek bakan bu güzel insan, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğretim görevlisiydi. Profesördü, Çağdaş Yaşamı destekleme derneği başkan yardımcısıydı, Umut Çocukları projesinin gönüllüsüydü, Cumhuriyet gazetesi yazarıydı, nerede kadın ve çocuklarla ilgili bir proje varsa oradaydı. Taşın altına elini sokanlardandı. Öğrencileriyle ders dışında da her konuda yol gösteren, arkadaş olabilenlerdendi. Sanat, felsefe, sinema, kitaplar hatta aşk üzerine saatlerce sohbet edebilendi. Ve onlara bir duruş, bir ufuk kazandırmak için çabalayan ve
“her deli cesur olmaz, deliler korkak da olabilirler. delilikte yaratıcılık, öteyi görebilmek vardır, ama cesur bir deli bunların hepsini bir araya getirerek analiz yapandır… ”
diyebilendi.
Çağdaş, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, gerçek bir aydındı..
Hayatın her anını çok özel yaşayabilen, hastane odasında gitmesine çok az zaman kalmışken bile bakımlı, güleryüzlü, sevgili öğrencilerine yürek kapılarını açabilendi....
O benim aynı dünyada, aynı coğrafyada, aynı zaman diliminde yaşamaktan dolayı büyük onur duyduğum, hiç tanımadığım can kardeşimdi.....
Ve o güzel insan, beyaz atına binip yuvaya döndü....
RAHMET VE NUR ÜZERİNE OLSUN.....

7 Şubat 2009 Cumartesi

MİMLENMİŞİM " ANKET"

Kızlarım beni "MİM" lemişler demiştim bu da Betty kızımın mimine cevaptır. Betty bir anketle mimlemiş. Asırlardır anketle karşılaşmadığım için bu mime cevap vermem biraz geç oldu.















yaptığım 4 iş

*bankacılık
*öğretmenlik
*şifacılık
*yaşam koçluğu


defalarca izleyebileceğim 4 film

* casablanca
* tanrıyla sohbet
*başkalarının hayatı
* ferzan özpetek filmleri (cahil periler)


yaşadığım 4 yer
*ankara
*istanbul
*izmir
*düsseldorf

tatil için gittiğim 4 yer
*kaş
*bodrum
*foça
*arnavutköy ( bizim köy)

en sevdiğim 4 yemek
* köfte-patates
*makarna (her çeşit)
*zeytinyağlılar ( hepsiciği)
* hamsi

hemen şimdi olmak isteyeceğim 4 yer
*kızımla dipdibe olacağım her yer
* annemle başbaşa olacağım her yer
* yatağımla yorganımın arası (uykumu alamadım)
* dostlarla muhabbet sofrası

bir yağmur damlası olsaydım düşmek isteyeceğim 4 yer

*amazon ormanları
*akdeniz
*ege
*marmara ( kızımla buluşmak için)

teşekkürler kuzucuğum değişiklik oldu. Unutmuşum anket yapmayı....
anketi seven herkes üzerine alınabilir efendim....
sevgiyle....

5 Şubat 2009 Perşembe

MİM'LENMİŞİM "BEN NEDEN ZENGİN OLAMAM"

Kızlarım beni mimlemişler.. Önce pembiş kızımın mim'ini mimleyeyim....
Efendim şimdi bunca bolluk üzerine yazmış biri olarak zenginliğin benim için ne anlama geldiğini sorgulamalayım. Geçmişte zenginlik çok çok param olması demekti ama artık öyle bakmıyorum. Hayatımda hiç bir zaman öyle kabarık banka hesabım olmadı ama ne zaman sıkılsam bir yerlerden aktı geldi...
Sistem, ulu Manitu, Yaradan adına ne dersen de o inandığın yücelik seni ortada bırakmıyor..tek bir şey haricinde..sen o bilinci bırakmadıkça.. yani sıkıldığında içinden adın gibi bileceksin ki "O" yanında ve bir yerlerden sana destek gelecek...
Hah işte bunu Bildiğin zaman akış garanti demektir. Ama saf gönülle, % 100 bileceksin....
İşte o an dünya avuçlarında... dünya avuçlarına sunuluyor...
Sevgili pembiş kızım ben zengin olamam, neden mi??????
ÇÜNKÜ...BEN ZATEN ZENGİNİM......

Efendim ben de sevgilimi mim'liyorum.
Gülhan Karayiğitoğlu