29 Aralık 2010 Çarşamba

YENİ BİR YIL YAKLAŞIRKEN...


Güzel ülkemde kimi insanlar yılbaşı için hazırlıklar yaparken kimileri bunu şiddetle kınamakta ve yılbaşı kutlamanın, çam ağacı süslemenin günah olduğunu bile söylemekteler. Oysa çok hoş bir şekilde tüm öğeleri birleştirerek bir kutlama yapıyoruz. Şükran günü hindisini pişiriyor, çam ağacımızı süslüyor ve yeni gelen yılın hoş gelmesi için sevinçli karşılamalar yapıyoruz biz bazı gönlü güzeller. peki bu adet nereden gelmiş bilen var mı? Evet var, muhteşem araştırmacı, bilimkadını, gönlü ve enerjisi genç ,sevgili
Muazzez İlmiye Çığ araştırmalarını açıklamış. Bu adet nereden ve kimlerden gelmiş. Buyrunuz ;
ÇAM
SÜSLEME
GELENEĞİ


Hıristiyanları n İsa'nın
doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski
Türklerin yeniden
doğuş bayramıdır.


Türklerin, tek
Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı
bulunuyor.


Buna hayat
ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim
bütün halı, kilim ve işlemelerimizde
görebiliriz.


Türklerde
güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin
kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22
Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.


Uzun bir
savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.

İşte bu
güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük
şenliklerle akçam ağacı altında
kutluyorlar.


Güneşin
yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak
algılanıyor.


Bayramın adı
NARDUGAN


(nar=güneş,
tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.


Güneşi geri
verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.


Duaları
Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,
dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler
diliyorlar Tanrıdan.


Bu bayram için,
evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın
etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.
Yaşlılar,
büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya
gelerek birlikte yiyip içiyorlar.


Yedikleri; yaş
ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve
dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır,
uğur gelirmiş.


Akçam ağacı
yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.
Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş.


yüzden bu
olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu
da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan
görerek aldıkları
söyleniyor.


İsa'nın
doğumu ile hiç ilgisi yok.


"Doğum,
güneşin yeniden
doğuşu"


Sümerolog

Muazzez İlmiye ÇIĞ


.

29 Mayıs 2010 Cumartesi







Alıntıdır-

Bu yazı bana sevgili Pretty'den geldi. Meraklısı olduğum konuları bildiği için, eline geçen böyle güzel yaşam öykülerini bana gönderir. Hikayemiz sabır, cesaret ve dürüstlükle ilgili. Kişisel gelişimimiz için bizi en zorlayan konular yani. Sevgili Pretty'e teşekkürlerimle...


Bir zamanlar giderek yaşlanan ve arkasında bir veliaht bırakması gerektiğini anlayan Çinli bir hükümdar vardı. Vezirlerinden veya çocuklarından birisini veliaht seçmek yerine, farklı birşey yapmaya karar verdi bu hükümdar.

Ülkesindeki bütün gençleri huzuruna çağırdı ve onlara şöyle seslendi:

"Artık tahttan çekilmemin ve ...yerime yeni bir hükümdar seçmemin vakti geldi. Hükümdar olarak içinizden birisini seçeceğim." Gençler bu sözleri şaşkınlıkla dinliyorlardı. Hükümdar devam etti:

"Bugün herbirinize bir tohum vereceğim. Tek bir tohum. Ama bu çok özel bir tohum. Hepinizin . evlerinize dönüp o tohumu ekmenizi, sulamanızı ve bir yıl sonra tohumdan çıkan bitkiyle geri gelmenizi istiyorum. O zaman bana getireceğiniz bitkiler hakkında hüküm verip benden sonra tahta geçecek hükümdarı seçeceğim."

Saraya çağrılanların arasında Ling isminde bir genç vardı, ve herkes gibi ona da bir tohum verildi. Ling, eve dönüp başından geçenleri heyecanla annesine anlattı. Annesi ona bir saksı ve biraz da toprak verdi. Ling, tohumu itinayla ekti, onu güneş ışığı görebileceği bir pencere kenarına koydu. . Her gün saksıya su vererek bitkinin tohumun açıp açmadığını kontrol etti.

Üç hafta kadar sonra, Lingin mahallesindeki gençlerden bazıları tohumlarının nasıl açtığını, bitkilerin nasıl büyümeye başladığını anlatmaya başladı. Ling bu sözleri duyduktan sonra her defasında eve gidip kendi tohumunu kontrol ediyordu. Gelgelelim, saksının içinde büyüyen hiçbir şey görünmüyordu. Haftalar birbirini kovaladı, ama değişen hiçbir şey olmadı.

Bu arada, . Lingin arkadaşları ballandıra ballandıra saksılarmdaki çiçeklerden bahsediyordu hep. Lingin ağzını ise bıçak açmıyordu, çünkü hakkında konuşacağı bir çiçeği yoktu. Elinde toprak dolu bir saksı vardı o kadar. Ve artık başarısız olduğuna inanmaya başlamıştı.

Aradan altı ay geçti. Lingin saksısında çiçekten eser yoktu hâlâ. Tohumunu çürüttüğüne kanaat getirmişti Ling. Başka herkesin kocaman çiçekleri, ya da ağaç fidanları olmuştu, ama onun koca bir saksısı, o kadar!

Nihayet bir yıl tamamlandı ve ülkenin gençleri yetiştirdikleri bitkileri karar vermesi için hükümdarın huzuruna getirdiler. Ling, annesine boş bir saksıyı hükümdara götüremeyeceğini söylediyse de, annesi saksıyı götürmesini ve dürüst davranmasını öğütledi. Lingin sıkıntıdan karnı bile ağrıdı, ama annesinin haklı olduğunu bildiğinden sözünü tuttu. Böylece, o da boş saksıyı saraya götürdü.

Saraya ulaştığında diğer . gençlerin getirdiği çeşit çeşit bitkiler karşısında hayrete düştü. Hepsi de güzel renklerde, güzel biçimlerdeydi ve nefis kokular yayıyorlardı. Birbirlerine çiçeklerini nasıl böyle güzel yetiştirdiklerini ciddi ciddi anlatan diğer gençler, Lingin elindeki boş saksıyı görünce kahkahalarla güldüler. Birkaçı da onun durumuna üzüldü ve omzuna dokunup "Boş ver, elinden geleni yapmışsın!" dediler.

Hükümdar gençlerin yanına geldi ve bitkileri inceledi. Bu sırada, Ling arkalara kaçıp gizlenmeye . çalışıyordu. "Ne kadar da büyük ağaçlar ve çiçekler yetiştirmişsiniz öyle!" dedi hükümdar. "Bugün içinizden birisi yeni hükümdar olarak tayin edilecek."

Birden, imparator elinde boş saksıyı tutan Lingi gördü. Hemen, muhafızlarına onu yanına getirmelerini emretti. Ling korkudan titremeye başladı. "Hükümdar başaramadığımı gördü, herhalde beni öldürtecek!" diye düşünüyordu.

İmparator, yanına getirilen Lingin ismini sordu, o da cevapladı. Diğer gençlerin hepsi gülmeye ve kendi aralarında Lingle alay etmeye başladılar. Hükümdar bir el hareketiyle hepsini susturdu. Lingi yanına aldı, sonra da kalabalığa ilan etti: "Yeni imparatorunuzu selamlayın! Adı Ling!" Ling kulaklarına inanamadı. Tohumundan tek bir filiz bile çıkmamışken nasıl imparator olabilirdi ki?

Hükümdar konuşmasına devam etti: "Bir yıl önce herbirinize bir tohum verdim,

onu ekip sulamanızı istedim ve bir yıl sonra da bana getirmenizi istedim.

Ama sizlere verdiğim tohumların hepsi kaynatılmıştı

ve dolayısıyla da filiz açmaları mümkün değildi.

Ling hariç hepiniz bana çeşit çeşit ağaçlar,

bitkiler ve çiçekler getirdiniz. Tohumunuzun büyümediğini görünce,

size verdiğim tohumun yerine başka bir tohum ektiniz. (Tohumu değiştirip başka tohum ektiniz)

İçinizden sadece Ling ,

kendisine verdiğim tohumun olduğu saksıyı bana getirme cesaretini
ve dürüstlüğünü gösterebildi. Bu yüzden, yeni imparatorunuz o olacak."

18 Şubat 2010 Perşembe

Arsız kadının tekiyim...

Bu yazıyı ben yazmadım ve ne yazık ki yazarının kim olduğunu da bulamadım. Ama neredeyse kendim yazmışım gibi hissettirdi ve paylaşmak istedim.
Alıntıdır efendim,




Arsız kadının tekiyim...

Makyajımı yapmadan sokağa çıkmamak,

Saçlarımı her zaman bakımlı tutmak,

Ahım gitmiş vahım kalmışken bile kendimi kadın gibi
hissetmek istiyorum.

Tırnaklarım her zaman kırmızı ojeli, dudaklarımda nar
kırmızısı rujum,

En şişko halimde bile kot giymek istiyorum.

Arkadaşlarımla komşuculuk oynamak istiyorum.

Kahkaham yeri göğü inleten, ağzımın kenarındaki çizgiler artık gülmekten ve konuşmaktan iyice belirginleşmişken bile mimikleri abartılı, eli kolu hiç durmayan bir kadın olmak istiyorum.

Mitinglere elimde bastonum, kolumda torunum katılmak,

Eşin dostun yardımıyla pankart açmak,

Yağmur altında bacak ağrıları içinde kıvranarak konser izlemek istiyorum.

Kar yağınca torunlarımı çağırıp düşüp kalçamı kırmadan karla oynaşabilmek için, "Koşun kar getirin, kartopu atalım evi batıralım, sonra temizlersiniz!"
demek istiyorum.

En yakın arkadaşımın aldığı güzelim dut ağacımın altında, dizlerimizde kareli battaniyelerimiz,

Fonda U2,

Elimizde en sevdiğimiz ve bir türlü vakit bulup okuyamadığımız kitaplar,

Sehpamızda rakı, meze ve balıklar,

Gözlerimizde burnumuzun ucuna düşmüş kırmızı kemik gözlüklerimizle,

İki sayfa okuyup kıkırdayarak dedikodu yapmak,

Hayatı kutlamak,

Erkekleri çekiştirmek,

Yakalanınca da kızaran yanaklarımızdan makas alınmasını istiyorum.

Camları kalınlaşmış gözlüklerimle, hala kendi arabamı kullanmak, hatalı sollama yapan yaramazlara camı açıp el kol hareketleriyle kızmak istiyorum.

Torunlarımın aşk hikayelerini dinlerken, onlara acayip fikirler vermek istiyorum.

Onların en afacan sırdaşı ben olayım istiyorum.

Kendi yaramazlıklarımı anlatıp anlatıp "Siz de yapın çok eğlenceli, anne babanız kızarsa bana yollayın!" diyerek onları şımartmak istiyorum.

O yaşımda erik ağacının tepesine çıkıp erik toplamak istiyorum!

Çağlayı tuza banıp yemekten dilim her bahar yara olsun istiyorum!

Arkadaşlarıma en olmadık şakaları yapıp, çocuklarımı utandırmak istiyorum.

Ellerim titrediğinde klavyede rahatça yazabilmek için, Apple' a mektup yazıp her bir klavye tuşunu kafam kadar yapmalarını talep eden, ilk Türk kadını olmak
istiyorum.

Gece vakti dalgalı denize girip boğulacak olduğum için zar zor kurtarılıp kocamdan azar işitmek,


Gecenin köründe uyanıp "Uykum kaçtı, midemde gaz var kalk yürüyüşe gidelim!" deyip uykusunu böldüğüm için, şap şup öpülmek istiyorum.

En pörsük halimde bile bana baktığında hayat arkadaşımın,


kendimi her halimde güzel hissettiren o afacan aşık gülüşünü görmek,

Anında yaramazca gözlerim dolu bir cevap vermek istiyorum.

En geç yaşımda, bugünkü kadar aşık olmaya devam etmek istiyorum.

Büyüyünce ben,

Hala küçücük bir çocuk gibi,

İçimden geldiği gibi yaşamak istiyorum.

Bir kadın



12 Ocak 2010 Salı

GÜZEL GÜNLERE 2


Dünyanın içinde bulunduğu kaotik ortamda kendimizi nasıl dengede tutacağız ve değişim için neler yapmamız gerekiyor?
Farkındalık ve Bilgelikle davranmak öğütleniyor ilk başta. Peki ama nasıl Bilge olacağız? Şöyle tanımlıyorlar:
Küçük bir çocukla birlikte vapura bindiğimizi düşünelim. Küçük bir çocuk vapurda herşeye hayretle bakar, dalgalar, deniz, diğer vapurlar, binalar, kıyılar, simit atılan martılar herşey onu hayrete düşürür ve heyecanla o anı yaşar. Bu heyecanla anı yaşamak haline "Başlangıç Zihni" adı veriliyor. Bu hal "Bilgelik" hali. Biz onun yanında tüm bunları bilmenin rahatlıyla sakin sakin otururuz, işte bu da Bilgililik oluyor. "Tamam, ben onu biliyorum" dediğimiz anda Bilgelik erteleniyor. Çünkü Bilgelik akıl veya mantıkla ilgili öğrenilebilen bir şey değil. Aşık olmak gibi, yaşayarak öğrenilebilecek "Ben ol ki anla hali. Bilgelik ile ilgili bilgiler bizi Bilge yapmıyor ama bu bilgileri gizeme, içimize dalmak için kullandığımızda doğru yolda oluyoruz.
Ne yazık ki, günümüz kültürü sessizliği, dinginliği yaşatmıyor. Kendimizden biliyorum, sevgilim günlerdir içe dönüş çalışmaları yapmak için, biraz meditasyona dalmak için koltuğuna oturuyor ve 5 dakika sonra bir bakıyorum tv açılmış, ya da bilgisayarda müzik dinliyor. Zaten zihinlerimiz arap saçı gibi daha doldurmanın ne anlamı var? Ama bu ciddi bir disiplin işi ve pek çoğumuzu zorluyor. Oysa üç boyutta yaşarken, ışık bedenlerimiz için en büyük beslenme sessizlikte oluyor. Bu sessizlik dış mekandaki sessiz ortam değil, içimizdeki dingin, sessiz, huzur alanı en büyük zenginliğimiz ve en büyük güç alanımız.
İçe dalış, içi algılayış Bilgelik yolunun olmazsa olmazıdır. Nasıl ki yüzmeyi denize dalmadan öğrenemiyoruz, Bilgeliği de içe dalmadan yaşayamayız. Bilgelik; içe dalışlarla başlar, içteki huzur noktasından mucizeler gerçekleştirme noktasına kadar gider.
"İnsan dışa doğar,
İçe gelişir."
Bunu sağlamak için meditasyon yapmalıyız. Meditasyonlar:
* Zihne hakimiyeti kolaylaştırır, zihnin vıdı vıdısını susturur.
* İçte bulunan sevinç, huzur ve mutluluğun dış yaşama yansıtılmasını sağlar.
* İçteki Tanrısallığı yaşayıp, dışarıda mucizeler gerçekleştirmeyi sağlar.
Sevgili egolarımız yalnızlığı ve sakinliği pek istemediği için, insan arar, duygu arar. Ama zaman zaman tek başımıza kalmalı ve içe dalış meditasyonları yapmalıyız. Bu meditasyonlar, giderek mutluluk arttırıcı bir hobi haline gelecektir.
Aslında meditasyon yapılmaz, o da bir haldir çünkü hissedilir. Kendinden hoşnut olma halidir, hiçbir şey yapmama halidir, hiçbir şey yapmadığın halde mutlu olma halidir, sessizlikte var olma halidir, zihnin gürültüsünü durdurma halidir. Zamanla öyle büyük coşku duyuyor ki insanlar, sürekli bu halde kalmak istiyorlar.
En kolay başlangıç nefese odaklanarak yapılan, çünkü odaklandığınız nefesi alıp verirken zihin oyunları geride kalıyor.
Dünyanın maruz kaldığı değişim- dönüşüm enerjileri çok güçlü, ve üzerimizde çok büyük bir basınç oluşturuyor. Dışarıda olduğumuzda akan negatif enerji alanlarında bulunabiliyoruz, bazen bu alanları kendimdiz de yaratabiliyoruz. Olumsuz tavır, negatif söz bizden de kaynaklanabiliyor ve bizden çıkan bize katlanarak dönüyor. Bu nedenle ortamda negatiflik, sıkıntı duygusu hissettiğimiz ortamlardan mümkünse hemen çıkmalı, çıkamıyorsak, bildiğimiz yöntemlerle kendimiz korumalıyız. (Ben evden çıkarken, beyaz ışıkla sarıyorum tüm bedenimi ve bilgisayar programlar gibi programlıyorum onu. Çoğunlukla başaramıyorum ama başardığımda, ki bu oran 1/10, herşey muhteşem oluyor, her işim rast gidiyor ve herşey denk geliyor.)

Kendini negatif, düşük enerjili, sıkıntılı hissetmek, ortamdan, mekandan, insandan kaynaklanabilir. Müzik, filmler, tv, haberler negatif enerji alanı yaratabilir. Bilgelik, negatif, düşük enerji alanları fark etmemizi sağlar. Fark ettiğimizde de bize vereceği zararı engelleyebiliriz.
Bitkiler ve hayvanlar üzerinde yapılan klinik deneylerde sevgi ve pozitif enerji verilen deneklerin bağışıklık güçlerinin arttığı, daha sağlıklı ve verimli oldukları gözlenmiştir. Bağışıklık sistemi güçlü canlılar, etraflarında hastalık olduğunda hastalanmazlar ve felaketler onları bulmaz. Farkında olduğumuz zaman yaşam daha kolaylaşır, rahatlar, hafifler.

"Siz O'nu arayın,
geri kalan herşey size verlecektir."
Hz. İSA

"Beden dalında bir mücevher var,
O mücevherin madenini ara
Amma dışarda değil,
Kendinde ara."
MEVLANA

Biz yolumuzdaysak, hizalanmışsak, müsibetler bizden uzaklaşır, felaketler bize uğramaz. Sistem bizi bunlarla sınamaz, çünkü biz zaten yolumuzdayızdır.
* Frekansları yüksek tutacağız.
* Pozitif şeyleri hayatımıza sokacağız.
* Sarfedilen sözler, niyetler, istekler çift taraflı çalışır. Dikkat etmeliyiz.


Ayrıca 15 ocak Güneş tutulması önemli bir fırsat.Hayatımızdan çıkmasını istediğimiz incenmeler, kırılmalar, öfkeler, kıskançlıkları salıvermek için, bağışlamalar,tövbeler için oturup sakin kalmalı ve kendi üzerimizde çalışmalıyız. Dua edelim, tövbe edelim, affedelim. Hayatımıza almak istediğimiz güzellikler için niyetler tutup, kabuller yapalım. Yarın bir sevgi ağı oluşturalım. Bir sinerji yaratalım. Evren için, samanyolu için, dünyamız için, sevdiklerimiz ve kendimiz için en yüce hayrımıza hayatlarımıza bolluk, bereket, sağlık, mutluluk, sevinç, huzur, AŞK dolsun. O DOLSUN.

AMİN.

11 Ocak 2010 Pazartesi

GÜZEL GÜNLERE 1


Doksanlı yılların başlarında okuduğum bazı kitaplarda, ikibinli yıllarda dünyada neler olacağı, dünyanın ve bizim nasıl değişimlerden geçeceğimiz gibi konular vardı. Bunları okurken hepsi bana kurmaca gibi geliyordu. Ama şimdi içinde yaşadığımız dünyaya, içinde yaşadığımız ülkeye, bireyi olduğumuz topluma bakınca okuduklarımın gerçekleştiğini görüyorum. Sanki bizim çağ dünyanın sonunu görmek için burada olmayı seçmiş. Dünya ekonomik, sosyal, siyasal bir çalkantının içinde ve heryerde kaos var. Çıkarlar için yapılan savaşlar, çıkarlar için yapılan kavgalar, cinayetler, hırslar, öfke , ihanet, vefasızlık, kızgınlık sarmış heryeri dört bir taraftan. Ve dağdan yuvarlanan bir çığın giderek büyümesi, yuvarlandıkça ve büyüdükçe önüne çıkan her şeyi silip süpürmesi gibi muazzam bir çöküş, bir yokoluş dönemi geçiriyoruz. İnsani vasıfları fazla olan insanlar, yüreği sevgi dolu, vicdanı olan ve şefkatli insanlar bir şeyler yapmak için çırpınıyor, acı çekiyor, depresyona giriyorlar.
Peki neler oluyor? Bizler ne yapmalıyız? Bu büyüyen çığın altına kalmamak, ezilmemek için nasıl önlemler almalı, yüreklerimizi bu acılardan nasıl korumalıyız?
Şimdi aklımda kaldığınca, dilimin döndüğünce bildiklerimi paylaşmak için bunca aradan sonra yazmaya karar verdim.
Sevgili mavi planetimiz, güzel dünyamız bir geçişe doğru yol alıyor. Bu geçiş için de hazırlanıyor. Bizler de geçiş için hazırlanmaktayız. Bedensel ve ruhsal olarak hazırlanmaktayız.
İçinde olduğumuz dönem tüm kutsal kitapların Mahşer, kıyamet, diye adlandırdıkları dönem. Bu kaos, bu karmaşa, ve duygusal çalkalanmalar o yüzden. Bu dönemde dengede kalmak, dramalara kapılmamak, kaos ortamlarından kendimizi uzak tutmak zorundayız. Nasıl olacak peki???
Öncelikle bilinçli olmalı, psikolojik olarak ve ruhsal olarak kendimizi hazırlamalıyız. Bu dönemde etrafımızdaki insanlara yardım etmek pek mümkün olamayacak, çünkü en yakınımızdaki insanların bile realitesini değiştirmek mümkün değil. Yardım almak ancak değişmeyi istemekle mümkün, değişmeyi istemeyen , imkansızlıklara, trajedilere ve drama kendini kaptırmış insanları zorla değiştiremiyoruz ne yazık ki.
Tüm bu kaosun içinde eski olan ne varsa çökecek, eski realiteler, eski yöntemler, eski sistemler eski olan herşey değişmek için, dönüşmek için çökecek. Ama farkında olanlar ve farkındalığı artanlar ilahi sistemden destekler görecekler.
Bu dönemde hizmet, sevgi, beraberlik, BİZ bilincinde olmak ve o bilinçte kalabilmek çok önemli. Çünkü ihtiyacımız olan en önemli şey" BİRLİK BİLİNCİ", "BİRLİK ENERJİSİ", "SİNERJİ"
Dünyada kendimize en yakın olarak gördüğümüz ailemiz, akrabalarımız, arkadaşlarımız bile bizimle aynı ruh ailesinden olmayabilir.Ruh ailemiz yakın realitede, yakın frekansta olduğumuz insanlardan oluşur. O nedenle en yakınımızdaki insanla aynı dili paylaşamazken bazen yeni tanıdığımız birisi kırk yıllık dostumuz gibi yakınımız oluverir. Çükü ruh ailelerinin birleşme zamanındayız.
Bu dönemde zaman enerjileri çok hızlandı, geçmişte 24 saatte pek çok şeye yeterken, şimdi tek bir şey yapmaya zaman yetmiyor. Geçmişte birkaç ayda bir önemli birşey yaşanırken, şimdi neredeyse hergün önemli şeyler yaşanıyor. Enerjiler, zaman hızla değişirken bizlerde eski ben'den yeni ben'e geçiyoruz. Eğitimler, eğilimler, eski kalıpları bırakıcak, değişeceğiz.
* Öncelikle zaman ve enerjilerimizi alan, negatife götüren, frekansımızı düşüren insanlara ve olaylara hoşgörülü olmayı bırakmak zorundayız. En azından uzaklaşmalıyız.
* Hayatımızı sadeleştirmek zorundayız. Fazlalıklarımızı ayıklayıp dağıtacağız. Sanki iki yıllık
ömrümüz kalmış gibi hayatımızdaki fazlalıkları vereceğiz, sadeleşeceğiz.
* Gönlümüzü coşturan,frekansımızı yükselten, bizi mutlu eden şeyleri yapmalıyız.
* Yavaşlamalıyız. Sakin ve yavaş, koşuşturmadan yaşamalıyız. İhtiyaç duydukça dinlenmeli,
bol bol uyumalıyız. Çünkü vücutlar, kimyamız değişmekte.
* TV'de, gazetelerde haberleri okumayı bırakmalıyız. Mutsuz eden film, dizi, program
izlememeliyiz.
* Bol bol sıvı almalıyız. SU orucu yapmalı, bitki çayları ve doğal kaynak suları içmeliyiz. Sindirim
sistemini çok zorlamamalı, dinlendirmeliyiz.
* Diyafram nefesi almalı, nefes egzersizleri yapmalıyız. Çünlü doğru nefes, yaşam enerjimizi arttırır.
-
konu çok önemli oldğu için devam edeceğim efendim.