29 Kasım 2009 Pazar

AÇIN ELLERİNİZİ.....

Uzunca bir aradan sonra, posta kutuma gelen ve ne yazık ki yazarı belli olmayan bir yazıyı paylaşmak istedim. Acısız kansız, feda edebildiklerimizin bayramı olsun. Bayram tadında günler dileğiyle....
-Alıntıdır:

Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir
Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.
Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir
yiyecek konur.. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı
büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının
kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek
elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu
yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama,
kaçamaz. Aslında bu maymunun tutsak eden hiçbir şey yoktur onu sadece, Onun
kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey elini
açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki, bu
tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve
zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken elimizi açıp
benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür
olmaktır !!!


Ben, maymuna benzer yanımız olarak sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin
bizim için birer tuzak olduğunu fark etmiyor oluşumuz olduğunu düşünüyorum:

-Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep
telefonlarına sahip olmak,

-Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 20-30 kat büyük
evlere sahip olmak,

-Belki bir kez giydikten sonra çok uzun süre dolabımızın bir köşesinde
unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak,

-Okumadığımız kitaplara sahip olmak,

-Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip
olmak,

-Bize günde 35 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol
saatlerine sahip olmak,

-Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak, tabiri
caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakin bir yazlık,
bir dinlence evine sahip olmak,

-Faizi, getirisi zarara uğramasın diye kıyıp harcanamasa bile bol sıfırlı
bir banka defterine sahip olmak,

-Dünyalarına ve güzelliklerine katılamadığımız, asla yeterli vakit
ayıramadığımız başarılı ve diğerlerininkinden daha güzel çocuklara sahip
olmak,

-Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takimi
taraftarlığına sahip olmak,

-Sağlığımıza, düzenimize, beynimize korkunç zararlar verse bile envai çeşit
içkilerin bulunduğu gösterişli, dekoratif bir mini bara sahip olmak,

-Oturmadığımız koltuk takımları,

-İzlemediğimiz dev ekran televizyonlar,

Kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha neler nelere sahip olmak... Ya da
sahip olduğumuzu sanmak...

O maymun gibi avucumuzda tuttuğunuz surece (faydalanamasak bile) sahip
olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale
gelmeyecek miyiz?


Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz.

Ah bunu bir anlayabilsek...