1 Mayıs 2009 Cuma

MİLLİE'NİN ANNESİNİN KIRMIZI ELBİSESİ......

Tavuk Suyuna çorba/2. Porsiyon adlı kitaptan
bir Carol Lynn Pearson öyküsü

Kırmızı elbisesi gardrobunda asılıydı,
Annem ölürken,
O tüm yaşamı boyunca giydiği,
Dizi dizi koyu renkli, eski elbiselerin yanında
Adeta sırıtıyordu.
Beni çağırmışlardı
Ve annemi gördüğüm anda
Çok fazla ömrünün kalmadığını anlamıştım.
Kırmızı elbiseyi görünce ,ona
"Anneciğim, ne kadar güzel bir elbise bu böyle!" dedim.
"Hiç üzerinde görmemiştim"
"Hiç giymedim ki " dedi usulca.

"Otur yanıma Millie,
Eğer ölmeden önce başarabilirsem
Sana bir ders vermek istiyorum."
Yatağın kenarına ilişiverdim.
Annem derin bir soluk aldı,
Hiç tahmin edemeyeceğim kadar derin bir soluk.
"Çok fazla vaktim kalmadı ama,
Artık bazı şeyleri görebiliyorum,
Size hep iyi şeyler öğrettiğime inanırken,çok yanlış şeyler
öğrettiğimi farkettim."
"O nasıl söz öyle anneciğim ?"
"Öyle,her zaman , iyi bir kadının
Asla önce kendisini düşünmemesi gerektiğine inandım,
Hep başkalarını düşünmeliydim kendimden önce.
Onun, bunun, her zaman
Herkesin isteklerini yerine getirmeliydim,
Benim isteklerimse, başkalarının isteklerinin altında
ezilip kaldı hep.
Belki günün birinde benim isteklerim de gerçekleşirdi.
Ama o gün hiç gelmedi.
Tüm yaşamım böyle geçti, fedakarlıklarla.
Baban için, erkek kardeşlerin ve kız kardeşlerin için, senin için yaptığım
fedakarlıklarla."
"Evet , anneciğim, bir annenin yapabileceği her şeyi yaptın.
"Ah, Millie ah, ne senin için,
Ne de onlar için yaptıklarımın bir yararı olmadı.
Anlamıyor musun?
Sizlere hataların en kötüsünü yaptım.
Kendim için hiçbir zaman hiçbir şey istemedim.!"
"Baban şimdi yan odada,
Öfkeyle duvarlara bakıyor.
Doktor ona öleceğimi söyleyince,
Yanıma geldi ve ölmeden önce öldürdü beni.
"Ölemezsin, beni işitiyor musun?
Bana ne olacak sen ölünce?."....
Evet, çok zor olacak , biliyorum.
Mutfakta tavanın bile nerede olduğunu bilmez , biliyorsun."
"Ve sizler, çocuklarım,
Her zaman, hepinize koştum.
Haftanın yedi günü
Evde ilk uyanan, son yatan hep ben oldum.
Yanık ekmekleri ve en küçük çöreği hep ben yedim."
"Şimdi erkek kardeşlerinin
Eşlerine nasıl davrandıklarını görüyorum
Ve hasta oluyorum, çünkü onlara
Eşlerine böyle davranmayı ben öğrettim.
Onlar da iyi öğrendiler.
Bir kadının verici olmaktan öte bir görevinin olmadığını,
Hatta bir kadının verici olmazsa, var olmadığını öğrendiler.
Biriktirdiğim her kuruşu,
Giysilerinize, kitaplarınıza harcadım,
Çoğu zaman gereksiz bile olsa.
Yaşamımda bir kez bile , alışverişe çıkıp,
Kendime güzel bir şey satın almadım.
"Sadece geçen yıl, gördüğün o kırmızı elbiseyi aldım.
Sakladığım bir yirmi dolarım vardı.
Tam çamaşır makinesini tamir ettiririm o parayla derken,
Eve o koskoca paketle döndüm o gün.
Baban çok üzdü, yıktı o gün beni.
"Böyle bir elbiseyi nereye giyeceksin ki?
Operaya mı gideceksin yoksa?
Sanırım haklıydı. O elbiseyi hiç giymedim,
Mağazada denemek için giymekten başka.
"Ah Millie, eğer bu dünyada kendini düşünmezsen,
Öbür dünyada mutlu olunur sanırdım.
Ama artık inanmıyorum buna.
Bence Tanrı, isteklerimizi bu dünyada
Ve şimdi gerçekleştirmemeizi istiyor bizden.
"Millie, şimdi bir mucize olsa
Ve bu yataktan kalkabilsem,annen çok farklı bir insan olurdu.
Ama ben sıramı böyle savdım.
Belki zor olurdu öğrenmem,
Ama öğrenirdim Millie, ÖĞRENİRDİM!"

Kırmızı elbisesi gardrobunda asılıydı,
Annem ölürken,
O tüm yaşamı boyunca giydiği,
Dizi dizi koyu renkli, eski elbiselerinin yanında
Adeta sırıtıyordu.
Annemin bana son sözleri şunlar oldu;
"Millie, benim yolumdan gitme
Ve beni gururlandır.
Söz ver bana."

Anneme söz verdim.
Annemse sırasını savdı
Ve son nefesini verdi.

Buna benzer pek çok şey okumuşuzdur. Hemen hepsi de yaşamı ertelemememiz gerektiğini ve her günü yaşamın son günü gibi yaşarsak, yaşama anlam katacağımızdan söz eder. Ben bunu okurken çok sevdiğim bir dostumu hatırladım. Yirmi yıllık evliliğini ihanet nedeni ile bitirme noktasındayken yanındaydım ve ağlıyordu. "Biliyor musun?" dedi, "Ben niye ağlıyorum?"
"Yirmi yıldır hemen hergün pilav yaptım, evdekiler seviyor diye.Kimi gün şehriyeli, kimi gün domatesli, kimi gün bulgur. Bir tek gün bile sade pilav pişirmedim. Oysa benim en sevdiğim sade pilavdı".........

Ömür dediğin bir gündür
O da bugündür.
Can YÜCEL

4 yorum:

  1. evet yüzlercesini okuduğum bu hikayelerin aslında hiç bir zaman da uygulayıcısı olmamamız ne fena...
    aynısı işte benim de bir nevi...
    annem de öyle...
    kırmak lazım bunu tez zaman...

    YanıtlaSil
  2. Funda'cığım,
    İşin kötü yanı şu ki; bir süre sonra verdiğin herşey vazifen oluyor, karşındaki kişileri almaya alıştırıyorsun çünkü. Dengeyi bulmak çok önemli. Senin de bulmanı dilerim canım.
    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  3. Aynı bizim yaşadıklarımız gibi Milly'nin annesinin yaşadıkları.Ama hakka varış yolları hep hizmetten geçiyor nasılsa.İyi ki kadın olmuşuz, iyi ki kendi gözümüzden sakınıp koruyup kollamışız.Çünkü biz Allahın rahim sıfatıyız.Esirgeyen bağışlayan KADIN yaratan, karşılık beklemeyen.Hikaye söylemek isteyip te söyleyemediklerimiz konusunda çok etkileyiciydi yine de.Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Suficiğim,
    Kadın olarak dünyada olmaktan çok hoşnudum ben de... ancak burada söz edilen bizim deyimimizle "saçını süpürge etmek". Böyle davrandığımız zaman hayata yanlış hazırlıyoruz çocuklarımızı, onun yerine paylaşarak yaşamak, birbirine yardım etmek aile bireylerini daha sorumlu, daha mutlu ediyor gözlemlediğim kadarıyla...
    Yürekten sevgilerimle...

    YanıtlaSil